Yolculuğa çıkarken her şey yerli yerinde olmalı diye düşünürüz, kurulu düzen devam etmeli ki gözümüz arkada kalmasın. Tekrarlar yapılır, görevler hatırlatılır. Valizler hazırlanır, en önemlisi de yapacağınız iş ile ilgili dokümanların eksiksiz olarak alınmasıdır.(metin, CD, flaş disk vb). Sıra uçağa gidişte, havaalanı vedaları sonrası, yalnızlık çalar kapınızı ve kendinizle baş başa kalırsınız. Uçağın kalkışı ve inişi önemli anlardır, tedirgin oluruz ve aklımıza en kötü şeyler gelir, ama biliriz ki hiçbir uçak havada kalmamıştır. Uçakla yolculukta nedense uykum gelir, bir hayli kestiririm, gazete okuma, bulmaca çözme derken, kaptanın inişe geçiyoruz. anonsu duyulur, Kaptanın ustalığıdır ki, adeta yere konarsınız bugün olduğu gibi. İnsan bir kuş misali, Van’dan çıktık yola şimdi İstanbul’un Anadolu yakasındayız, olasılıkla gelecek Ramazan için inşa edilen modernize edilmiş aşevi ve temaşa çadırları, güneşli bir günde Marmara’nın neşesini paylaşan sıradan insanlar, Tuzla’dan Bostancı’ya düzenli akan trafikte keyifli bir otobüs yolculuğunda gördüklerim. Duraktır gide gele aşina olduğum Bostancı, Boğaz’da karşılaşılan, bulunmaktan mutlu olduğumuz alışkanlık yapan çoğu mekanlardan birisi. Yaşanılan atmosferde birden yalnızlığınızdan kurtulmak sevdiklerinizle soluk almak istersiniz. Bir bakıma yaşam öpücükleridir bu anlar, öyle ki karşılaştığınız bir güzellik büyüler sizi, kendinizi alamaz geriye dönüp baktığınızda martılar süzülür uzaklarınıza, çığlıklar ayıltır sarhoşluğunuzu. Genç bir taksi kaptanı ile yaptığımız söyleşide, kuşak uyuşmazlığına rağmen kısa da olsa İstanbul üzerine bazı şeyleri paylaştım. Candan bir dostla Adatepe Kızılay’ında buluşma, içten bir huzur serinliği, hoş gelmişliğin sevincini paylaşmak güzel bir duygu. Yarı pastoral bir yürüyüş sonrası, açılan bir kapıdan daha önceden aşina olduğum birisi, oldukça küçük akan bir nehir ve annesi dostlarımla karşılaşma. Küçük nehir annesinin desteğiyle “ben Sefey amca” dedi, aynı sözler bir daha yinelendi, “kimmiş?” “Sefey amca”.. Sohbetimiz selamdan sabahtan, bir bakıma yazdıklarım da denilebilir.
Akşam vakti kadim bir dostumla buluşmak üzere gerçekten deniz ile ilgili tüm mahsulleri bulabileceğimiz adı deniz yıldızıyla özleşmiş kafeler ve barların yoğun olduğu gün yorgunluğunu atabileceğimiz Kadıköy’de sözleştik. Burası daha öncede geldiğimiz, mezun ettiğimiz bir öğrencimizin işlettiği şirin bir yer. Bulunduğu sokakta deniz yıldızı mekanın tam karşısında aynı işletmeye ait denizden yeni çıkmış ürünlerin de satıldığı bir yer de var. Akademisyen dostumuz Maslak’tan İstanbul trafiği koşullarının izin verdiği süreç içinde bizden daha önce mekanımıza ulaşmıştı. Adatepe’li dostum ve üstadımla birlikte derin bir sohbete koyulduk. Önce gündemde Van var. Van’da ne var ne yok? sorusuna cevabım öncelikle “Van iyidir hoştur, gölü hoştur” oldu. Ayrıca Van Canavarı da gündeme geldi, hep Van’lı dostlarıma da sormuşumdur neden Vanlılar “Canavar Şenlikleri” düzenlemezler? İngiltere başta olmak üzere dünyada birçok örnekleri var, turizm gelirleri de önemli boyutta. Gerçekten Van’da Cumhuriyet caddesinin kalabalığı içinde akıp gitmek ile Kadıköy’ün kalabalığı nicelik olarak örtüşmese de, en azından insan kompozisyonunda tanıdık Anadolu dokusunu görmek mümkün.. Bu arada ben Çanakkale’de katılacağım çalıştay ve yapacağım sunum hakkında bilgi verdim. Dostum da benim gibi bir ek uğraş bağlamında sanat, müze, görsellik olarak öne çıkan bir bakıma bilimi, popülariteyi de düşünerek insanlara aktarmak, bu aktivitelere özellikle gençlerin ilgisini gözeterek katılımlarını sağlamak çabaları içinde. Google yardımıyla oluşturduğumuz bloglarımızı konuşuyoruz, neler yapılabilir, nasıl geliştirilebilir? gibi. Yaşamın günlük sıkıntıları ve sorunlardan rafine olarak süzülen bizi meşgul eden şeyler öne çıkmaya çabalıyor! Her şey istediğimiz gibi olmuyor ama, bazılarını dondurup bazılarını da radikal bir şekilde çözme yoluna gidiyoruz. Ama eninde sonunda nasıl olsa bize elektrik, gaz, otobüs olarak geri dönmeyeceğini bilerek! Doğal olarak bir bakıma duygularımız, yaşadıklarımız ve de paylaştıklarımız özelinde bir şekilde kültürümüze girmiş olan “geyik” formatında devam ediyor sohbetimiz. Gerçektende ne kadar üretiyosunuz o kadar varsınız sanıyorum İngiliz atasözünün dediği gibi. Sevindirici durum, üstadımızın çabaları ile ilgili üniversitenin sağladığı zeminde gençleri bilim ile buluşturacak bir ortamın yaratılması ve bir müzenin oluşturulması aşamasına gelinmesi. Bize de artık yaratılacak ambians içinde yeni resim sergileri açma girişimleri kalıyor. Geçmişten, İstanbul’da 70’li üniversite yıllarından söz etmek, hocalarımızla olan anılarımızı paylaşmak bir zaman tünelinden geçmek gibi bir şey. Laf lafı açarken nefis midye tava, patates vb. ile biraların kaçıncı sortisindeyiz unuttuk. Fosilleriyle, ortamı renklendiren dinozorlarıyla, giyaben de olsa ortama renk veren aktör ve aktristleriyle olmasını istediklerimizi düşünerek serin, mayhoş bir Kadıköy akşamı yaşadık.Üstadın arabasından ayrılırken yapmak istediklerimiz için birbirimizi yüreklendirerek, bir gün yine hep birlikte bir yerde diyerek söz verdik. Minibüse aktarma yaparak Adatepe’ye yol aldığımızda, günün yorgunluğu atmış olarak, dostlarımda içtiğim final çayı ile birlikte yarın yapacağım Çanakkale yolculuğunun düşünü görmek umuduyla yeni bir yolculuğa yelken açtım.
Sefer ÖRÇEN, 05.09.2007.
Van - Kadıköy Hattında Bir Gün
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder