1980 SONRASI TÜRK ŞİİRİ ÜZERİNE

1980 sonrası Türk şiiri üzerine ve bu değişimin sonraki dönemlere ilişkin olarak izlediği seyir açısından da bir değerlendirme yapıldığında, 1980’den kalkarak uzun bir baskı dönemi sonunda, bu baskının tüm yazın üzerindeki olduğu gibi şiir üzerinde de etkisini gösterdiği söylenebilir. Bu baskı, günümüz sürecinde de yansıyan yönüyle, başlangıçta kendi kendini denetleyen bir yapı içinde oldukça kısır denilebilecek bir karşı dil oluşumuna sonrasında da daha özgür ve eleştirel bir yapıya ulaşmıştır. 1980 sonrasında şiirimizde, ön planda toplumsal koşulların belirlediği ve toplumsal ilerlemenin gerektirdiği bir savaşım algılanmaktadır. Bu durumdan, bireysel yaratım sürecinin yaşanılan koşullara göre oluşturduğu bir tavır olarak söz edilebilir. 1980 sonrasında oluşturulmuş olan depolitizasyon, sermaye yatırımlarında sanat ortamını yozlaştıracak bir güdülemeye neden olmuştur. Ancak şairin bazı şeyleri göze alarak yazması gerekliliği eleştirisi yapılmış, bu konuda bir şey yapılmıyor derken bazı dergilerde şiirler yazılmıştır.

Böyle bir sansür ortamında şair şiirlerini tek tek ortaya çıkarma yoluna gitmiş, bu çekincesinde ayni zamanda geçerli kıldığı otosansür ile duygu ve düşüncelerini dile getiremeyip, kendisine yazmış ve okumuştur. Bu dönemin şairleri, oldukça geniş bir zaman içinde eski şairlerin şiirlerini okuma durumunda olmuştur. Dönemin yarattığı olumsuz atmosferin altına da sığınmamak gerekir. Her dönem için bu kaçış, bireycilikle suçlama biçiminde gündeme gelmiştir. Etik ve estetik ilişkisi bakımından bir değerlendirme yapılırsa; Can Yücel’ in etik ile estetiğin bir arada olabilmesi düşüncesine yaklaşımda bulunmak gerekir. Ancak estetik ile etiğin bir arada olabileceği de göz önüne alınarak, “şiir, iyi ya da kötü ahlakın taşıyıcısı olmamalıdır” görüşü ortaya konulmuştur. Diğer yandan toplumsal temalarla yazılmış olan şiire karşı çıkmak yerine, angaje şiire karşı olunmalıdır düşüncesi oluşmuştur. Geniş bir kesimin katıldığı “şair özgür ve bağımsız olmalıdır; şiir, bir parti yada örgüt doğrultusunda yazılmamalıdır, şiirin toplumcusu bireycisi olmaz, şiir şiirdir” yaklaşımı kabul görmüştür. Aynı zamanda, şairin yaklaşımı da önemli kılınmış, “şair idealist ise bireyci, materyalist ise toplumcudur” görüşü savunulmuştur. Diğer bir ifadeyle, şairin ideolojisi şiirine yansıyacaktır, ama bunun dile getirilişi önemlidir. Toplumcu şiir, politik bildirisi olan şiir olmamalıdır, aynı zamanda grevi anlatan bir şiir de olmamalıdır. Toplumcu şiir aşkı da anlatabilir.Örnek vermek gerekirse, Aragon’un “ Elsa’nın Gözleri “ şiiri, toplumcu bir şairin dünya güzeli aşk şiiridir.

Bu değerlendirme sonucunda, kendine yazma olayına yanlış bir tutum olarak karşı çıkış ile bazı şeyleri göze almak düşüncesi gelişmiştir. Bu olumsuz tavrı geçirilen dönemin bir atmosferi olarak algılamak yerinde olur.Toplumsal muhalefetin belli odaklarda birikerek yönetime alternatif olması, şairi de içine almaktadır. Şair, belirli ölçüde bireyci yada toplumcu olmasının belirlenmesi yanı sıra; kendinin, toplumun ve çağın bilincinde olmalıdır. Gerçekten şair, konuşması gerektiği yerde susuyorsa, o zaman bir kaçış içinde olduğu kabul edilebilir. Sansürle gelen kısıtlamalar, bireylerin kendilerini gerçekleştirmelerini engellemiş olup, bu durum şiire de yansımıştır. Şiir, şair öznenin toplumsal ilişkilere de yansıyan kendi iç trajedisini yansıtmaktadır. Bir bakışla 80 sonrası şiirinde bireycilik ön plana çıkmıştır ve şair baskılar sonucunda kendi içine dönmüştür denilebilir.

Şiir, edebiyat yelpazesi içinde ele alındığında; çeşitli dönemlerde birbirine zincirlenerek bağlı bir durumda, her dönem bir önceki döneme tepki olarak algılanmış ve belli bir standartta üretim gerçekleştirilmiştir (Garip şiirinde olduğu gibi). Bir bakıma 1980 sonrası dönemde şaire bir görev biçilmiş gibi algılama vardır, ancak şair kendi ile hesaplaşan kişidir. 1970’li yıllardan örnek verdiğimizde, Metin Altıok ve İzzet Yaşar gibi önemli şairlerden söz edebiliriz. Bu şairlerin şiirlerini okuduğumuzda denilebilir ki, şiirin toplumcusu ve bireycisi olmaz ve klasik söylemiyle şiir şiirdir. Şiirlere verilen değer bakımından Babıali’deki sağlıksız beğeni ortamı, dostluklar sona erince beğenmeme ve reddetme biçiminde gündeme gelmiştir.

Şiir bir yaşam biçimidir, politik bir çözümleme, yeni bir ideolojik kuramsal bir tartışma ve doğru dürüst bir sosyolojik araştırma yoksa, bilinçli bir kültürsüzleşme politikası izleniyorsa ve de izlenen depolitizasyon da buna katılırsa sözü edilenlerin hepsi şiire yansıyacaktır.1980 sonrası dönemde şair, kendisine ilerici bir kültür adamı misyonu belirleyerek, kültürel topografya ile çözümlemeler yapma durumuna getirilmiştir. Bu yaklaşım içinde şairler; şiiri derinleştirmiş, zenginleştirmiş, ayrıca da döneme olan tepkisini politik ve insani mesajlarla daha üstü kapalı ve dengeli bir biçimde verme yoluna gitmiştir. Bir örnek verilirse; Can Yücel’in şiirindeki etik ile insani yönün vurgulamak istenmesinden söz edilebilir. 1980 sonrası şiir bir bakıma alışılmış biçimde kendi okurunu oluşturmuştur. Akımlara göre örneklenirse; “Garip”, yeni bir okur getirmemiştir, “İkinci Yeni” ise sağlıklı bir okur ya da elit bir yeni okuru getirmiştir.1980 sonrası şiir, kendisi ile hesaplaşmayı da yapmıştır. 1970’li yılların şiirine dönüldüğünde; 1975’lere kadar yazılan şiir ile 1975’ten sonrası şiiri ayırmak gerekliliği ortaya çıkmıştır. 1980 sonrası şiir için 1975 sonrası şiirin uzantısı olarak yapılacak bir değerlendirme doğru olacaktır. İzlenildiği üzere yeni bir kuşak bir öncekini yadsıyarak tepki göstermektedir. 1980 sonrası şiirindeki tepki; özümleme, eleştirme ve bireşimlerine varmayı amaçlama şeklinde görülmüştür. Hem şiirin sanatsal değerinden bir şeylerin kaybolmaması ve hem de kitlelerce anlaşılabilmesi gereklidir. Sınıflı toplumlarda gerçek bir sanat eğitimi yoktur ve sanat insanidir. Egemen sınıfın eğitiminin baskın oluşu, özünde şiire ters düşmektedir. Şair, her şeye rağmen kitlelerle olabildiğince yakınlaşmalı ve anlaşılmalıdır.

1980 sonrası şiirin iyi anlaşılamadığı varsayımıyla eleştiri mekanizmasının yeterince işletilip işletilmediği konusunda neler söylenebilir? Bu eleştiri noktasında 1980 sonrası şiirine gösterilen tepkiden çok, egemen şiire olan tepkiyi algılamak daha doğru olacaktır. Bireyin kapitalist ilişkiler bütününde kendisini son derece yalnız ve yabancılaşmış hissetmesi şiire de yansımıştır. Gelinen süreç içinde günümüzde ülkemizin ekonomik altyapısı sağlıklı gelişmedikçe ve buna bağlı üstyapı oluşmadıkça, tarih ve kültürümüz sağlıklı bir düşünce yapısı ile irdelenmedikçe, bu kavram kargaşaları sürecektir. 1980 sonrası şiirine eleştirmensizdir denilebilir mi? 1980 şiiri; kendinden önceki şiirleri miras almış, özümsemiş, değerlendirmiş ve kavramıştır. Ancak şair, Babıali’de üç engelle karşı karşıya kalmıştır; 1.Yeteneğin gösterisi, 2. Sadece büyük şairlerin önemli olması, 3. Hesaplaşma içinde olma. 1980 şiiri, genel bir hesaplaşma içinde olmuştur, kendisinden öncekileri severek eleştirmiştir. Oluşturulan baza iki açıdan yaklaşmak mümkündür; 1. 1980’in tarihsel baskısına fazla boyun eğme, 2. Şiiri şair olarak okuma, izleme ve şairin şiirini anımsama.

“Şiirle resmi ideoloji arasındaki ilişkinin netleştirilmesi, şiirin ve sanatın kitlelerle arasındaki kopukluk üzerine düşünceler, ortak tepkinin şiirsel sonra da toplumsal yanı açısından neler söylenebilir?” konusuna gelindiğinde; 1940’lı yıllarda Cumhuriyet ideolojisinin heyecanıyla bir edebi dergi altında bunun yapılabildiğini söylemek mümkündü. 1980’li dönemde şair kendi dramını yansıttı şiirlerine, bu durum aynı zamanda toplumsal dramdan da uzak değildi. Şairin önce kişiliğini kanıtlaması, sonra o kişiliği aşarak ve sonrası aşamada onu da yok etmesi yaklaşımı geçerliliğini korumaktadır. 1980 sonrasından günümüze genç kuşağın depolitize edilmesi, bir bakıma resmi ideolojinin oluşturulmasını getirmiştir. Yaşanan bu apolitik ortam, dinsel, dinsel - etnik kökenli bir etkileşimi de beraberinde getirerek, insanlara bir baskı unsuru yaratmış ve dinsel misyonlu şairler yandaş sermayelerinin körüklediği dergilerde ve medyada boy göstermişlerdir. Sözlü edebiyat yazılı edebiyata dönüşeceği yerde bir noktada araya televizyon girmiş ve okuma alışkanlığı yok edilmiştir. Bilim ve sanat resmi kurumların dışında gelişerek, devlet üniversitelerinde bunun oluşması zorlaşarak vakıf üniversitelerine kayılmıştır. Devlet üniversitelerinde de yönetimler hükümet durumunda olan siyasi partilerin egemenliğine geçmiştir. Holding dergileriyle demokrat ve çağdaş entelijansın kırılması için çaba gösterilmiştir ve böylelikle resmi ideoloji oluşturulma yoluna gidilmiştir. Bir bakıma da 1980’den sonra edebiyat magazinleşerek medya ve holdinglerin dergi çıkardıkları bir alan oluşturulmuştur. Şiir ve şair de bu ortam içinde hapsedilerek egemen çevrelerin istedikleri biçimde güdülenmiş istenilenleri yapmaya zorlanmışlardır.

2 yorum:

uğur saadetlioğlu dedi ki...

"the misarebles" do you remember ?

uğur saadetlioğlu dedi ki...

resimlerimizi yakında göndereceğim