Resimlerim-16

LİKENLERİN DANSI
Sefer ÖRÇEN
















(kil tuvale kontur boya uygulaması,2005,28.5x28.5cm)

Pencere

Açılan bir pencerede
Daveti gözbebeklerinin,
Okşayan kokusu
Çeken girdabına
Köpüklerini yıldızların.

Bekleyişlerdeki sevinç
Ayak seslerinin sıcaklığı
Yüreği ısıtan.

Ele avuca sığmayan
Bir umut,
Duyuların bir sesi,
Bir tat damağında
Ezgisi öpüşmelerin.

Zamana koşut
Tutkulu çırpınışlar,
Solukların birleştirdiği
Serüvendir yaşam
Alabildiğine açık pencerede

Sefer ÖRÇEN (Cennetin Doğusunda, s.8)

Resimlerim-15




DENİZ

Sefer ÖRÇEN (yağlı pastel, 2004, 22x42 cm

Posted by Picasa

Resimlerim-14






TÜFTEN NÜ'LER

Sefer ÖRÇEN
(yağlı pastel, 2003,42x72 cm)

Posted by Picasa

Resimlerim-13





MERAK

Sefer ÖRÇEN
(yağlı pastel, 2004, 15x21cm)

Posted by Picasa

İnsan ve Doğası

Eleştiriler, kıyasıya eleştiriler ardı kesilmeyen! Boğulurmuş gibi hissederiz kendimizi. Dayanma sınırımızı aşınca saldırılar başlar, yerle bir olur her şey, herkes nasibini alır bu patlamalardan. Mutsuzluklarımız artar, düzen bozulur. Şüphesiz ki sonuçta alınan bir hayli ders vardır ama, klasik bir söylemle “eleştirilerin dozunu kaçırmak” la suçlamalara gidilir. İnsanoğlunun doğasında olan bir şeydir yerli yersiz ağzını açmadan yapamaz. Ama, istenilen aranan şey doğru olanı yapmaktır, her ne kadar göreceli de olsa iyi ve normal olandır varılmak istenen. Doğanın işleyişi bir bakıma şiiri yazılmıştır kayıtlarda dağı, taşı, toprağıyla. Düşlerimiz iç içedir senli benli. Ortak yaşamın öğrettikleri, doğayı özümsemek ve onunla barış içinde yaşamaktır. Bu birliktelik, gelişmeye açık bir aydınlığın ilk ışıkları olacaktır sonsuza dek sönmeyecek meşalesiyle. Bilinçli gözlemlere kulak asmadan yapılacak her yanlış, yeri geldiğinde bizi çevremizle birlikte bir yok oluşa götürecektir. Bilimin ışığıyla gerçek yolunu bulan insanlık, kendi içinden çıkardığı hasta ruhlu bireylere kanıp neslini tüketmeye çalışsa da, yaşamın öğrettikleri ve onun doğadan aldığı yaratıcı gücü sayesinde kendisinin efendisi olarak ve kendini sömürtmeden paylaşarak mutlu yaşamın bilgeliğine varacaktır.

Günün Sözü

Peter F.Drucker’in yaşamımızda düşündüklerimizi bir yol haritası çizmeye yönelik eylemlerimize ilişkin sözcüklerden birisi;

“ Gideceğiniz yeri bilmiyorsanız, vardığınız yerin önemi yoktur.“

(Peter Ferdinand Drucker, 1909 yılında Viyana’da doğdu. 1931 yılında Frankfurt Üniversitesi’nde Kamu Hukuku alanında doktora yaptı. Bir süre Almanya ve İngiltere’de gazatecilik yaptı. 1937 yılında ABD’ye göç etti. Bu ülkede gazetecilik ve çeşitli üniversitelerde öğretim üyeliği yaptı. 1971 yılından emekli olduğu yıla kadar Clarement Graduate School’da Sosyal Bilimler ve Yönetim Profesörü olarak görev yaptı. Halen ABD’nin California eyaletinde yaşıyor ve ilerlemiş yaşına rağmen yazılarına devam ediyor. Drucker, hiç şüphe yok ki tüm zamanların en verimli yönetim düşünürlerinden biridir. Yönetim üzerine yazdığı kitapların sayısı 40’a ulaşmıştır. İlk kitabı (The End of Economic Man) 1939 yılında yayınlandı. Drucker bir yönetim düşünürü olmanın ötesinde aynı zamanda çağımızın önde gelen füturologlarından da biri olarak kabul ediliyor. Bilgi çağı ve dünyadaki değişim trendlerini çok iyi analiz eden Drucker içinde yaşadığımız yüzyılı “sosyal dönüşümler yüzyılı” olarak adlandırıyor)(wikipedia.com).

Resimlerim-12







VAN KALESİ










Sefer ÖRÇEN (yağlı pastel,2004,18x24cm)


Posted by Picasa

Resimlerim-11




MURADİYE ŞELALESİ

Sefer ÖRÇEN (yağlı pastel, 2004, 27x42,Hasan Kıran Kolleksiyonu)

Posted by Picasa

Resimlerim-10


MURADİYE ŞELALESİ

Sefer ÖRÇEN (yağlı pastel, 2004, 27x42, A.Ümit Tolluoğlu Koll.)

Posted by Picasa

Paleontoloji Eğitimi Üzerine Düşünceler

Prof.Dr.Sefer ÖRÇEN
Yüzüncü Yıl Üniversitesi, Mühendislik - Mimarlık Fakültesi
Jeoloji Mühendisliği Bölümü
65080 Zeve Kampusü, VAN
E-mail:
sorcen@yyu.edu.tr

DOĞA VE YERKÜRE BİLİNCİNİN OLUŞUMU

Doğa Bilimleri

Modern Teknoloji

· Dünya kaynaklarının büyük boyutta sömürülmesini teşvik
· Kirlilik ve Çevresel sorunlar

BİLİM’in bu unsurlardaki rolü

Bilim adamlarının uyarıları

ÇELİŞKİ

Bilim – Problem ve Çözümün parçası

Bilim -- Yerküreye anlama ve sömürü çabalarına katkı

Sorunların bir yumak oluşturması bilimin özellikle Rönesans ve Reform süreçleri ve de Sanayi Devrimi süreçleriyle 20. yüzyıla gelindiğinde bilimin özelleşmesi

JEOLOJİ—1800’lü yıllar

Darwin’in ilk araştırmaları—Jeoloji ve Evrim Biyolojisi

Bilim Tarihçilerinin Bakışı
Bilim ve Din arasındaki Savaş Olgusu

Doğabilim Tarihçisinin Karşılaştığı Problemleri Anlatması

Yaklaşım: Bilim ve Değişen Kültürel Değerler arasındaki ilişkinin ortaya konulması

Erken Dönem Bilimleri----Fizik, Kimya, Matematik
Metodolojik Yaklaşımlar

Biyoloji ve Jeoloji

Gözlem – Deney -Yorumlama

Doğa Tarihinden Biyoloji ve Jeolojiye Geçiş

Bugün gelinen nokta

Modern bilimin kültürel çevresinde içinde oluşan en önemli gelişme

Doğanın şu anda yapısını belirleyen bir tarihin olması gerçeği

· Evrim teorisi—türler çevreleri tarafından şekillenirler,
· Doğa devamlı değişir,
· Uyum sağlayamayan türler her zaman soylarının tükenmesiyle karşı karşıya kalır .

YERKÜRENİN OLUŞUMU

· Bilimsel yaklaşım – Güneş Sistemi – Yerküre,
· Felsefi ve dini gelenekler – Yaradılış teorisi.

Bilim adamı olarak yerküreyi algılayabilmek, içinde yetişmiş olunan kültüre bağlı olarak farklılıklar göstermektedir.

EĞİTİM SİSTEMİ ve YERKÜREYİ ALGILAYABİLMEK

Saptamalar

· Cumhuriyetimizin kuruluşundan 1950’li yıllarına kadar Gözlem-Deney-Yorum’a dayalı pozitif bilimsel gelişim – doğayı anlayabilmek yolunda her şeye rağmen büyük atılım,

· 1950’den günümüze geleneksel eğitim ağırlıklı ve yer yer egemen yaradılış teorisi eksenli ve aynı teoriyi benimseyen Türkiye dışı ülkelerdeki çevrelerle eklemlenen bir yapı (özellikle ABD ve vb.),

· İlk-Orte ve Lise eğitiminde doğa bilimlerine üstünkörü bakış, müfredatlarda sınırlı coğrafi bilgiler odaklanan temel düşünce yaradılış teorisi,

· Üniversiteye gelen öğrenciler içinde özellikle jeoloji ve biyoloji eğitiminde yerkürenin oluşumunu algılayabilme güçlükleri, ilk yaşamın ortaya çıkışını anlayabilme ve kabul edebilme konusunda korkunç bir hezeyan ve Doğu Anadolu kökenli öğrenci kompozisyonunda yerkürenin milyarlarca yıllık tarihine yaklaşım konusunda direnç,

· Jeoloji Mühendisliği tercihlerini yaklaşık olarak 5-20 arasında yapanlar arasında Jeoloji terimini ilk defa duyanlarla karşılaşıldı.


DEĞERLENDİRME VE YÖNTEM

Öncelikle Stratigrafi İlkeleri – Jeolojik Zaman – Paleontoloji ekseninde yönlendirme gerekli.

· Tekrar tekrar anlatım,
· Verilen kaynakların okunması,
· Sahada birebir fosillere dayalı anlatım ve gözlemlerle zamanda ve mekanda değişim olgusunun, evrim fikrinin geliştirilmesi,
· Tartışma ortamının yaratılması ve yorumlamalar,

SONUÇ

2. sınıf öğrenci sayısında % 20’lik bir fire, bölümden ayrılma yeniden sınava girip başka bir bölüme geçiş. Ayrılan öğrenciler arasında büyük bir bölümünde bilinçli olarak yönlendirilmiş yerbilimleri ile örtüşmeyen dine dayalı siyasi odaklı bir düşünce yapılanması söz konusudur.

Geri kalan % 80 lik öğrenci kompozisyonu içinde %50’lik dilimin yerbilimleri ile ilişkili olarak kendilerine yanlış bilgiler verildiği ve bu durum içinde öğrendiklerinin şaşırtıcı olduğunu kabul ediş ve gittikçe artan ivme ile öğrenmeye karşı yeni heves ve aydınlanma içinde değişim ve yönelim (by-pass).

PALEONTOLOJİ EĞİTİMİ

Fosillere ilginin arttırılması……

1.Kişisel koleksiyon,
2. Anlatılan ve görülen fosillerin fotoğraflanması,
3. Çizerek öğrenme,
4.Öğrenilenlerin aktarılması.

Paleontoloji eğitim ve öğrenimiyle fosillere olan ilginin artması, popüler olarak insanlar arasında Dinozorlar vb. gibi geçmiş jeolojik zamanlarda yaşamış ve nesli tükenmiş canlılara gösterilen ilgi ki, bu durum daha çok ilkokul öğrencilerinin ilgisini çekmektedir.


ÖNERİ

Jeoloji Mühendisliği Bölümü öğretim elemanları tarafından oluşturulacak bir proje ile Yerkürenin oluşumu ve günümüze kadar geçirdiği evreler, İlk canlı ve Canlılar Alemininin jeolojik zamanlar boyunca gelişimi ve evrimi, Volkanlar, Depremler, vb. temel konuların okullarda konferans ve Fen Bilgisi derslerinde tüm il ve ilçe ilkokullarda olabildiğince yaygın bir şekilde anlatılması çok yararlı olacaktır. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu yörelerinde böyle bir eğitime gereksinme vardır.

Herşeye rağmen uygun bir anlatımla Milli Eğitim Bakanlığı bünyesindeki öğretmenlerimize bu bilgiler aktarılabilir ve onlardan da yardım talep edilebilir.

Çocuk yaşta oluşturulacak olan yer kültürü bilinci, ilerideki üniversite yaşamında jeoloji mühendisliği bölümünü seçmede, ilgili olduğu ve benimsediği bir yaklaşımı getirecektir. Bu ilk aşamadan geçen üniversite lisans öğrencisi durumundaki gençler, hem sorgulayıcı olacaklar hem de neden-sonuç ilişkisi içinde yorumlamalara gidebileceklerdir.

Yukarıdaki yaklaşım ile medyanın da belgeseller yoluyla etkilemesiyle, Üniversitede jeoloji eğitimi ile birlikte öğrencilerin fosil koleksiyonlarını oluşturma, onların ilk ortaya çıkışlarına ilişkili fikir yürütme, yaşadıkları ortamları algılama ve jeolojik yaşlarını öğrenme istekleri oluşacaktır. Bu oluşumda en önemli etken, saha çalışmaları ile fosilleri yerinde inceleme olacaktır. Bu işi iyice pekiştirme, onların yayılımlarını düşeyde ve yatayda deneştirme yoluyla olacaktır.

Jeoloji mühendisliği bölümlerinin ortaklaşa oluşturacakları fosil provenslerinde yapılacak uygulamalı jeotraversler ile yer kültürünün paleontoloji eşiği aşılacaktır. Bu aşamada, öncelikle yerküre ve doğa ile ilgili sivil toplum kuruluşlarının çalışmalarında bir yer edinilerek, üniversite öncülüğünde yada diğer kuruluşlarıyla ortaklaşa yöresel yerküre kültürü gezileri düzenlenerek, gözlem – tanımlama – yorum ekseninde toplum içinde sağlıklı ve bilimsel düşünebilme yetisi aşılanacaktır.

Ülkemizdeki tüm Jeoloji Mühendisliği Bölümlerinin katılımıyla sanal bir Paleontoloji Müzesinin oluşturulmasına hemen başlanılmalıdır.


GEREKSİNİMLER

Ancak üniversitelerimizin jeoloji mühendisliği bölümlerinde lisans düzeyinde verilmekte olan paleontoloji dersi ve uygulamaları, bazı bölümlerde oldukça sınırlandırılmış durumdadır. Bilimsel düşünebilme için oldukça önemli bir düzeyde değer biçtiğimiz paleontoloji eğitimi, jeoloji bölümlerinde seçmeli ders programlarında konulacak yeni dersler ile desteklenmelidir. Fosillere ilişkin hazırlanacak ortak kitap, doküman ve koleksiyonlar halkın düzeyine inecek bir şekilde yapılandırılmalı, bunların halk tarafından en kolay ve ucuz biçimde edinmeleri sağlanmalıdır.

Günün Sözü

Bugün sizlerle çoğu sayfalarda da yazılmış olan, ünlü İskoçyalı şair ve tarihçi William Drummond'un çok beğendiğim bir sözünü paylaşmak istiyorum;

" Düşünmeyen tutucudur, Düşünemeyen aptal, Düşünmediğine aldırmayan ise köle..."

(William Drummond, 1585-1649 yılları arasında yaşamış İskoçya'lı şair ve tarihçi olup, 1423-1643 dönemi İskoçya tarihini yazmıştır (İngiltere Kralı I.Charles zamanı). İskoçya'da Petrarque adıyla bilinir. Tüm eserleri 1711 yılında yayınlanmıştır)

İnsana Dair Aforizmalar

14 Pan, lirik senfonisini çalıyor doğanın. Devedikenleri, çalılıklar, çiçekler. Gün elenmiş buğulu topraklarda, yeller okşuyor doğanın çıngıraklarını. Sarı başaklarda yüklü doğanın azığı canlarını doyuruyor. Hesabı kitabıyla hiçbir şey yoktan varolmuyor vardan da yok. Bütün canlar bir olmuş döndürüyorlar doğanın çarklarını. Bu çarklara çomak sokanlar, bazen azgın sellere, bazen kükreyen kasırgalara bazen de yerkürenin sarsıntılarıyla azıklarını veren doğa örtülerine yaptıkları damlarının altında sözde küresel tanrıları istedi diye terk-i diyar ediyorlar bu dünyadan, hiç akıllanmadan doğaya meydan okumaya kalkarak. Ancak yerküreyi kuşatmaya kalkan evren sahibi ve bir cümle gökler hakimi ve onların adına korkuyu, şiddeti, hurafeleri satan güçlerin oyuncağı, doğanın çarklarının nasıl döndüğünü bile düşünemeyen beyinleri örümceklenmiş aforoz olmaktan korkan kuklalara nakşediyorlar. Bir gün ezile ezile öğrenecekler yaşam kürenin gerçeğini, eşkenar diyaloglarda yaşayacaklar değişimi ve dönüşümü zaman içinde.
15 Yaşamımızın en önemli anları, gözümüzün hiçbir şeyi görmediği, varsa yoksa sadece müstakbel sevdiğiniz için her türlü özveride bulunacağınız anlar. Eğer işler yolunda giderse aynı katıksız duyguları özümserseniz birbirinizi bütünleyen parçalar haline dönüşürsünüz, biriniz konuşmaya başladığınızda aynı sözler bir tekrar gibi sizin ağzından da dökülür. Bunu bir oyuna dönüştürdüğünüzde aklınızdan bir renk tutar bir, iki, üç diyerek aynı anda aynı rengi söylerseniz mutluluktan uçarsınız. Bazen de telefonla sevdiğinizi aradığınızda, onun ben de şimdi seni arayacaktım sözlerini duyarsınız. Zaman içinde rengi, kokusu, huyları derken bir organik bütün haline gelirsiniz. Konulan nokta ile “seni en iyi ben anlarım yada beni en iyi senin hallerin anlatır” ifadesiyle bu diyalog anlam bulur.
16 Gecenin ayazı iliklerine katar işler, kupkuru gecede soluğun kesilir. Düşlerin sıcaklığı ansızın düşer sıfır altı cehennemine, sonsuz yolculuğa yelken açılır. Geleceğin limanlarında saklanılır düşe kalka, yaşam yorgunu, zevk yorgunu varolma savaşında düzenin. Güzelliğin peş para etmediği gerçeğin dostluğun yarenliğin bedelinin ödenemediği bir katıksız sevgi zamanında seni bulduğum an caddede uzanmış yatıyordun sere serpe. Yaşamımın en büyük armağınını almışçasına içim içime sığmadı. Gözlerine baktığımda kaybolduğun andı belki, kanın ısıttı elimi, bir yıldız kaydı kuzey cephesinden. Hatırladım sıkıntı evimi, pencereleri kapalı, seni beklediğim anları. Sendin yatan kaldırımlarda güneşi göremeden, biçare yüzü koyun. Kollarıma alıp ta gözlerine baktığımda kaybolduğum andı çığlıkların gölgesinde, sıkıntı evimde senin olamadım derken ranzamda iki büklüm. Beyaz mendilin düşmüştü yere, yaralı güvercinin kan damlalarının süslediği düşlerimde özlediğim yapayalnız. Kaybolduğun andı can kafesinde doludizgin. Haykırdım yüreksizliğe, lanetler yağdırdım okyanuslara, sen geldiğinde sıkıntı evim yıkıldı düşlerime. Yastığım, ranzam, olmayan güneşim, özlemin, umudum mutluyum.

Truva'dan







8.Paleontoloji-Stratigrafi Çalıştayı Truva Gezisi, Çanakkale (Çalıştay katılımcıları) 09.09.2007

Posted by Picasa

Günün Sözü

Bugünden başlamak üzere düşündürücü, yaşamımızda doğrulanan, yaşamımızı yönlendirecek nitelikte olabilecek seçmiş olduğum bazı özlü sözleri sizlerle paylaşmak istiyorum.

MS .161-180 yılları arasında Roma İmparatoru olan Marcus Aurelius Antoninus Augustos ‘un söylemiş olduğu ve günümüze kadar ulaşmış düşündürücü sözlerinden birisi:

“ Hayatın mutluluğu düşüncelerinin niteliğine bağımlıdır; onun için buna dikkat et ve fazilete ve eşyanın tabiatına uymayan hiçbir düşüncenin kafanı işgal etmesine müsaade etme!...”

(Roma İmparatorluğu’nun beş iyi imparatorundan sonuncusu olan Marcus Aurelius, aynı zamanda en önemli Stoacı filozoflardan biri olarak kabul edilmektedir. “Kendime Düşünceler (Meditations)” adlı felsefi eseri MS.170-180 yılları arasında savaştayken yazılmıştır.Bu eser edebi bir başyapıt olarak değerli olup, vurgularıyla ve şiirsel anlatımıyla dikkati çeker. M.Aurelius, imparatorluğunun ilk dönemlerinde, sivil hukuktaki suistimale ve kural dışılığa karşı reform yaparak, köleler, dullar ve azınlıkları kategorize etmiştir. Popüler kültürde Aurelius, “Gladyatör” (2000) filminde Richard Haris tarafından canlandırılmıştır) (Kaynaklar: http//tr.wikipedia.org; Hayata yön veren sözler(Derleyen:.Akın Alıcı).

Resimlerim-9









TAŞ ÇİÇEKLERİ

Sefer ÖRÇEN (yağlı pastel, 2004, 27x44 cm)

Posted by Picasa

Resimlerim-8









YER SARSILIYOR

Sefer ÖRÇEN (yağlı pastel, 2004,27x44 cm, Hasan Kıran kolleksiyonu)

Posted by Picasa

Resimlerim-7






MİTOS

Sefer ÖRÇEN ( yağlı pastel, 2004, 30x42 cm, Yücel Aşkın kolleksiyonu)






Posted by Picasa

Tatu'ya

Uzayıp giden engin sular
Tütsülenirdi tüm çıplaklığıyla,
Ganj’da yıkanan işveli kadınların
Haykırışları karışırdı
Bombay gecelerine,
Yığınların ötesinde
Oynaşırdı Rajkapor’un kızları,
Kutsardı tanrılar
Güç verirdi , aşk verirdi
Dağarcığından,
Tac Mahal’de bir başka olurdu birleşmeler
Tazeliğinde baharın
Yeşerirdi katıksız sevgiler.

Sefer ÖRÇEN (Cennetin Doğusunda, s.51)

Resimlerim-6

Posted by Picasa

Van - Kadıköy Hattında Bir Gün

Yolculuğa çıkarken her şey yerli yerinde olmalı diye düşünürüz, kurulu düzen devam etmeli ki gözümüz arkada kalmasın. Tekrarlar yapılır, görevler hatırlatılır. Valizler hazırlanır, en önemlisi de yapacağınız iş ile ilgili dokümanların eksiksiz olarak alınmasıdır.(metin, CD, flaş disk vb). Sıra uçağa gidişte, havaalanı vedaları sonrası, yalnızlık çalar kapınızı ve kendinizle baş başa kalırsınız. Uçağın kalkışı ve inişi önemli anlardır, tedirgin oluruz ve aklımıza en kötü şeyler gelir, ama biliriz ki hiçbir uçak havada kalmamıştır. Uçakla yolculukta nedense uykum gelir, bir hayli kestiririm, gazete okuma, bulmaca çözme derken, kaptanın inişe geçiyoruz. anonsu duyulur, Kaptanın ustalığıdır ki, adeta yere konarsınız bugün olduğu gibi. İnsan bir kuş misali, Van’dan çıktık yola şimdi İstanbul’un Anadolu yakasındayız, olasılıkla gelecek Ramazan için inşa edilen modernize edilmiş aşevi ve temaşa çadırları, güneşli bir günde Marmara’nın neşesini paylaşan sıradan insanlar, Tuzla’dan Bostancı’ya düzenli akan trafikte keyifli bir otobüs yolculuğunda gördüklerim. Duraktır gide gele aşina olduğum Bostancı, Boğaz’da karşılaşılan, bulunmaktan mutlu olduğumuz alışkanlık yapan çoğu mekanlardan birisi. Yaşanılan atmosferde birden yalnızlığınızdan kurtulmak sevdiklerinizle soluk almak istersiniz. Bir bakıma yaşam öpücükleridir bu anlar, öyle ki karşılaştığınız bir güzellik büyüler sizi, kendinizi alamaz geriye dönüp baktığınızda martılar süzülür uzaklarınıza, çığlıklar ayıltır sarhoşluğunuzu. Genç bir taksi kaptanı ile yaptığımız söyleşide, kuşak uyuşmazlığına rağmen kısa da olsa İstanbul üzerine bazı şeyleri paylaştım. Candan bir dostla Adatepe Kızılay’ında buluşma, içten bir huzur serinliği, hoş gelmişliğin sevincini paylaşmak güzel bir duygu. Yarı pastoral bir yürüyüş sonrası, açılan bir kapıdan daha önceden aşina olduğum birisi, oldukça küçük akan bir nehir ve annesi dostlarımla karşılaşma. Küçük nehir annesinin desteğiyle “ben Sefey amca” dedi, aynı sözler bir daha yinelendi, “kimmiş?” “Sefey amca”.. Sohbetimiz selamdan sabahtan, bir bakıma yazdıklarım da denilebilir.

Akşam vakti kadim bir dostumla buluşmak üzere gerçekten deniz ile ilgili tüm mahsulleri bulabileceğimiz adı deniz yıldızıyla özleşmiş kafeler ve barların yoğun olduğu gün yorgunluğunu atabileceğimiz Kadıköy’de sözleştik. Burası daha öncede geldiğimiz, mezun ettiğimiz bir öğrencimizin işlettiği şirin bir yer. Bulunduğu sokakta deniz yıldızı mekanın tam karşısında aynı işletmeye ait denizden yeni çıkmış ürünlerin de satıldığı bir yer de var. Akademisyen dostumuz Maslak’tan İstanbul trafiği koşullarının izin verdiği süreç içinde bizden daha önce mekanımıza ulaşmıştı. Adatepe’li dostum ve üstadımla birlikte derin bir sohbete koyulduk. Önce gündemde Van var. Van’da ne var ne yok? sorusuna cevabım öncelikle “Van iyidir hoştur, gölü hoştur” oldu. Ayrıca Van Canavarı da gündeme geldi, hep Van’lı dostlarıma da sormuşumdur neden Vanlılar “Canavar Şenlikleri” düzenlemezler? İngiltere başta olmak üzere dünyada birçok örnekleri var, turizm gelirleri de önemli boyutta. Gerçekten Van’da Cumhuriyet caddesinin kalabalığı içinde akıp gitmek ile Kadıköy’ün kalabalığı nicelik olarak örtüşmese de, en azından insan kompozisyonunda tanıdık Anadolu dokusunu görmek mümkün.. Bu arada ben Çanakkale’de katılacağım çalıştay ve yapacağım sunum hakkında bilgi verdim. Dostum da benim gibi bir ek uğraş bağlamında sanat, müze, görsellik olarak öne çıkan bir bakıma bilimi, popülariteyi de düşünerek insanlara aktarmak, bu aktivitelere özellikle gençlerin ilgisini gözeterek katılımlarını sağlamak çabaları içinde. Google yardımıyla oluşturduğumuz bloglarımızı konuşuyoruz, neler yapılabilir, nasıl geliştirilebilir? gibi. Yaşamın günlük sıkıntıları ve sorunlardan rafine olarak süzülen bizi meşgul eden şeyler öne çıkmaya çabalıyor! Her şey istediğimiz gibi olmuyor ama, bazılarını dondurup bazılarını da radikal bir şekilde çözme yoluna gidiyoruz. Ama eninde sonunda nasıl olsa bize elektrik, gaz, otobüs olarak geri dönmeyeceğini bilerek! Doğal olarak bir bakıma duygularımız, yaşadıklarımız ve de paylaştıklarımız özelinde bir şekilde kültürümüze girmiş olan “geyik” formatında devam ediyor sohbetimiz. Gerçektende ne kadar üretiyosunuz o kadar varsınız sanıyorum İngiliz atasözünün dediği gibi. Sevindirici durum, üstadımızın çabaları ile ilgili üniversitenin sağladığı zeminde gençleri bilim ile buluşturacak bir ortamın yaratılması ve bir müzenin oluşturulması aşamasına gelinmesi. Bize de artık yaratılacak ambians içinde yeni resim sergileri açma girişimleri kalıyor. Geçmişten, İstanbul’da 70’li üniversite yıllarından söz etmek, hocalarımızla olan anılarımızı paylaşmak bir zaman tünelinden geçmek gibi bir şey. Laf lafı açarken nefis midye tava, patates vb. ile biraların kaçıncı sortisindeyiz unuttuk. Fosilleriyle, ortamı renklendiren dinozorlarıyla, giyaben de olsa ortama renk veren aktör ve aktristleriyle olmasını istediklerimizi düşünerek serin, mayhoş bir Kadıköy akşamı yaşadık.Üstadın arabasından ayrılırken yapmak istediklerimiz için birbirimizi yüreklendirerek, bir gün yine hep birlikte bir yerde diyerek söz verdik. Minibüse aktarma yaparak Adatepe’ye yol aldığımızda, günün yorgunluğu atmış olarak, dostlarımda içtiğim final çayı ile birlikte yarın yapacağım Çanakkale yolculuğunun düşünü görmek umuduyla yeni bir yolculuğa yelken açtım.

Sefer ÖRÇEN, 05.09.2007.

Doğa ve İnsan

İnsan insan olalıberi kavgaları, isyanları hiç eksik olmamıştır. Yeri gelmiş onun adına başkaları düşünmüş, aklı tatile çıkmış, aldatılmış ve sömürülmüş çağlar boyunca;

10 Kutsaliyet deyince ürperirim nedense. Hemen öbür dünyaya yolculuk başlayacakmış gibi gelir. Alır götürür bizleri geçmiş yıllara yaşamda olmayanları anarız bir bir, her zaman mistik bir havayı soluruz. Aynı zamanda aklımıza toprak gelir, dizeler dökülür “topraktan geldik toprağa gideceğiz”, kısası-enbiyada bu hep böyle kaydedilir. Bilinen gerçektir ki, daima akıl kutumuzda kutsaliyet kaydı böyle yapılmıştır. Evrenin ilahisi dolaşır gezegenlerde, galaksilerde; güneşimize gelince kuvvetlice hissederiz onu yeryüzünde. Bu ezgi yer yer türkü olur halkların dillerinde, yer yer de tükenişin çığlıkları çağlar boyu. Platon’un düşlerinde yer eder doğayı anlayabilmek için çırpınır günlerce ve yılların ötesinden de bize ulaşır ilk aydınlıklar.

11 Doğanın zenginliği, insan insan olalı bizlere sundukları, dillere destandır. Yerkürenin derinliklerinden gelerek püsküren, aşına aşına arzın merkezine doğru hazinelerini buluşumuzu bekleyen, cevherini tozunu toprağını bağışlayan her şeyimiz öz yurdumuz doğanın yüklü mirası. Onun yüklü mirasını kullana kullana bugünlere geldik, hala da kullanıyoruz. Derin uykumuzda sosyal yaşamımız, refahımız, mutluluğumuz düşer göz kapaklarımıza. Doğayı duyarız her nefes alışta her paylaşmada dolu dolu. Madalyonun diğer yanında zaman zaman açlığın nefreti de kendini gösterir, çağlar boyu hastalıklardan kırılan nesillerin belki de soysal yansımaları düşlerimizi parçalar, tedirgin oluruz. Açlık, cehalet ve kutsaliyetin birleşmesiyle daha da dayanılmaz bir hal alır. Doğanın yüklü mirası acımasızca tüketilir ne pahasına olursa olsun. Kervanın başında duran kötü tohum hasatı haşaratlar sürdürmek isterler imparatorluklarını köleleriyle birlikte ne yazık ki bu zamanda.

12 Mızrak uçlarında ışıldar ölümün gölgesi. Savaş naraları atar yüz binlerin ricatı, can cana diş dişe. Dolaşır öbür dünya cenneti teraneleri. Kendi elleriyle ürettikleri mızrak uçlarından tüm insanlığın kanı akar meydan muharebelerinde. Tanrılarına sundukları kutsaliyet belasına yakıp yıkılan her şey tanrılarının kurbanı insanlık suçudur. Bunun yanında odun ateşinde sözde günahkarların yakıldıkları yüz binler. Tarihte olduğu gibi kimin adına kim istediği için nedeni belli olmayan tanrı ile pazarlıkta becerikli yaratıklar sarar dört bir yanımızı.

13 Tanrılar çıldırdı yaratıklarının isyanına. Doğanın kucağında ateş, su, hava yoğurdu çatlayan toprağı, filizlendi yeni bir yaşam, kol, beden ve akıl gücüyle. Birlikte oluştu kendi geleceğini belirlemek. Gelecek, ateşin yol göstericiliğinde el ele tek yumruk oluşturulan yeni yaşam kürede doğa ile iç içe akıl evreninin ilahilerini söyler, asla ona meydan okumadan. Can suyuna ulaşıp, can buldu insanoğlu, Spartaküs’ün haykırışı yayıldı yer evrenine, can pazarında içildi kanı insanlığın. Yandı çağlar boyu, karanlığı aydınlatan meşaleler. Onur mücadelesi verdi, sorguladı kim ve ne içini, bilincine vardı her şeyi yapan yaratanın kendisi olduğuna, aklını kullanarak. Özgür kölelerin kutsal isyanı çıldırttı zulüm tanrılarını, ağıtları dolaştı ilahilerin yanan ateşinde, uzaklarında doğa evreninin.

Resimlerim-5
















ANTİK YÜZ

(S.ÖRÇEN)(pastel,16x21,2004,M:Karabıyıkoğlu koll.)

Posted by Picasa

Senmiydin?

Sen miydin seslenen cumbadan?
Yorgun merdivenlerden gelen senmiydin?

Kapı tokmaklarının ezgisinde
Keyifle ürperen,
Tozlu resimlerde
Sevecen bir bakış senmiydin?

Sardunyalar begonyalarla haşır neşir,
Zaman törpüsü konsolların
Gizemli yalnızlığı,
Ay ışığında
Paylaşılan sevgilerin getirdiği,
Ele avuca sığmayan
Deniz gözlü çocukların sırdaşı,
Büyülü bahçede
Sevgilinin kollarında sallanan senmiydin?

Zamanın getirdiği bir soluk, bir dost,
Özlemlerin getirdiği bir arayış bir ses,
Açılan kapıdan gelen senmiydin?

S.ÖRÇEN
("Cennetin Doğusunda",s.4)

Yerküre ve Doğa Kültürü Bilincinin Oluşumunda Kayaçlar ve Fosillerin Rolü

Dünyanın oluşumundan insanlığın gelişimine kadar jeolojik zamanlar boyunca yerkürenin geçirmiş olduğu jeolojik evrimin izlerinin, insanlık tarihinin ilk uygarlıklarında gereksinimlere göre biçimlenmiş yönüyle açıklanmaya çalışıldığı tarihi kayıtlarından öğrenilmektedir. Bu uygarlıkların kültür dokuları içinde bilimsel düşüncenin ilk ışıkları ve inançların ayrı kulvarlarda ele alındığı ve değerlendirildiği de belirlenmiş gerçekler arasındadır. İnsan topluluklarının miladi dönemlerdeki yaşamlarında düşünsel gelişimlerine ve inançlarına belli egemen çevrelerce doğmalar temelinde korku ve sindirme ile sömürülerek konulan ipotek, yerküreyi kuşatan yaşam kürede doğanın algılanabilmesine olanak vermemiştir. Her şeye rağmen gereksinimlerin dayattığı ve daha iyi yaşam koşullarına ulaşma çabası içinde oluşan entellektüel bilinç, “yeniden doğuş” ile özellikle Avrupa’yı sarsmıştır. 18. yüzyıla gelindiğinde fizik, kimya, biyoloji ve jeoloji bilim dallarının gelişimi sonucunda insanoğlu, yerküreyi ve doğa olaylarını daha iyi anlayabilmiş, “Sanayi Devrimi” sürecinde yerüstü ve yeraltı doğal kaynaklardan yararlanabilme olanağı bulmuştur.

İnsanlık tarihinin gelişiminde doğa ve yerküre ile barış içinde yaşama, bilimsel ve teknolojik üretim açısından insanlık için olumlu katkılar sağlarken, diğer yandan doğaya ve yerküreye meydan okuyarak yapılan uygulamalar, insanoğlunun kendi kendini yok etmesine yol açmıştır. Yerkürenin ve üzerinde yaşayan doğanın işleyen yasaları diyalektik bir bütün içinde işlemektedir. Ancak günümüzde, insanlık tarihinin miladi dönemlerinin başlangıcından “Yeniden Doğuş” a kadar geçen insanlığın katledildiği karanlık dönemlere öykünülerek ve yeni imajla küreselleşerek insanların sömürülmesi eylemleriyle yerküre ve doğa kültürü yok edilmeye çalışılmaktadır. Yerüstü ve yer altı doğal kaynakların çok önemli bir bölümünü oluşturan kayaçlar ve fosillerin milyarca yıllık serüveninin, yerkürenin oluşumundan insanlığın gelişimine bilimin ışığı altında, ülkemizde ilköğretim ile lise aşamasındaki eğitim ve öğretimde, doğma ve hurafelerden uzak çağdaş bir anlayışla anlatılması, doğayla barışık bir yerküre kültürünün oluşturulmasında yararlı olacaktır. Kayaçların ve fosillerin yararları, insanoğlunun sosyal ve kültürel gelişimleriyle ilişkili olarak düşüncelerine ve sanatına yansımalarını konu alan üretimler, tüm topluma her türlü etkinlikler ile yaygınlaştırılmalıdır. Bu yaklaşımlar ile oluşturulacak bir yerküre kültürü, yerkürenin oluşumundan insanlığın gelişimine değişimler ve dönüşümleri anlayabilmeyi ve de özümseyebilmeyi olanaklı kılacaktır.

S.ÖRÇEN