Cumhuriyet Aydınlığının Düşünsel Kökenleri

Anadolu insanının büyük önder Mustafa Kemal Atatürk önderliğinde emperyalist güçlere karşı vermiş olduğu bağımsızlık mücadelesinin bir ifadesi olan Ulusal Kurtuluş Savaşımız Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşu ve yeni bir ulus ile misaki milli sınırları içinde çağdaş yeni bir devletin kurulması 84. yılına ulaştı. Türkiye Cumhuriyeti aydınlığı, bize dünya ülkeleri arasında çağdaş ve saygın yerimizi almamızda önemli bir ışık olmuştur.

Bugün sizlerle Cumhuriyet aydınlığının düşünsel temellerinin tarihsel gelişimi içinde nerelerde kadar indiğini, Türkiye topraklarında yaşayan soydaş insanlarımızın tarihin kaynaklarından yoğrulmuş olarak bağımsızlık, kurtuluş ve varoluş savaşında omuz omuza bu yurdu emperyalist güçlerden temizleyerek, bizlere yani Cumhuriyet nesline ebediyete kadar emanet edildiği bilinciyle paylaşmak istiyorum.

Sizlere aktarmak istediğim,tarihsel gelişimi içinde Orta Asya yurtluğundan Anadolu’ya özgür ve bağımsız soydaş toplulukların özellikleri çerçevesinde yaptıkları ve yaşadıklarıyla birlikte Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine değişimin irdelendiği bir çerçeve çizerek, bazı varılan noktaları açıklamaktır.

Öncelikle bazı saptamaların altını çizerek sunumuma başlamak istiyorum

* Türkiye’de Ortaçağ Tarihçiliği - -> büyük bir siyasi ve ideolojik mücadelenin arenası durumundadır.

* Osmanlı İmparatorluğu - -> saltanatçı – ümmetçi feodal bir tarih anlayışına sahiptir.

* Osmanlı uleması - -> askeri bir hakim sınıfın mensubu (aynı zamanda maaşlı görevliler grubu) durumundadır.

* Osmanlı’daki vakanüvisler - -> Nizam’ı alemi korumaktan başka bir görevleri olmayan kişiler.

* Ortaçağın “ Dasıtan-ı Tarih-i al-i Osman “ ın kumaşı dinsel doğmatizmden dokunmuştur.

* Osmanlıda Ulema, tarihin akışı, sebep ve sonuç ilişkileri ilahi kudrete atfederek aramıştır.

* Osmanlı Türklerinin İslam kültürüyle kuvvetli bütünleşmesi sonucunda, Türklerin İslamiyet öncesi geçmişi ve Asya’ya ait kökenleri ve güçleri hafızalardan silinmiştir.

* Türk toplumunun tarihini bilmek gereksinimi = Osmanlı Padişahlarının soy ağaçları ile özdeşleştirilerek karşılaştırılmaktaydı.

* 1800’lerde emperyalist Batı’nın Oryantalizmi (Şarkiyatçılığı) Avrupa merkezci olup, Türk tarihi de sömürgeleştirmeye yönelikti.

* Oryantalizmin bir dalı olan Türkoloji’de bakış açıları:

- Türklerà 11.yüzyılda İslam alanına girmeden önce sadece savaşçı ve yıkıcı bir güç olarak algılanıyordu.

- Eski ile Osmanlı arasında bir süreklilik bağının olması ve bunun Osmanlı’da algılanması ise hikayeci bir tarihçilik olarak Bizans ve İslamın yanında küçücük kalmıştır.

-Osmanlı’nın soyunun dünya hakimi gibi gösterilmesinin bir ifadesi olan saltanatçı-ümmetçi vakanüvisliğe karşı Oryantalizm- -> dörtyüz yıl boyunca Batı’nın Osmanlı yayılmacılığı tehdidi altında yaşamış olmasının intikamını almak için, Türkleri Avrupa’dan hatta Anadolu’dan uzaklaştırmak gibi bir büyük planı hayata geçirme konusunda büyük bir mesafe kat etmiştir..

Bu saptamaların ışığında bir değerlendirme yapıldığında; Türk tarihi ve ulus olabilme bilincinin oluşmasına yönelik bazı düşünce ve tezlere yönelindiğinde;

* Yusuf Akçura’nın (1903’te Paris’te sunduğu Türk-Osmanlı Tarihine ilişkin görüşler olan doktora tezi) etnik unsura dayalı bir Türk Milleti ve milli devlet düşüncesi dikkat çekmektedir. Bu düşünceye yönelik olarak; “ Türklerin ataerkillik,toprakta ortak mülkiyet, topluluğun şefi olan “Han”ın kişiliğinde çok büyük, ancak yasa ve törelerle sınırlanmış bir iktidarın ve aynı zamanda bir aristokrasinin varlığı”, aynı zamanda bunları Orta Asya göçebe yaşantısı içindeki özellikler olarak değerlendirmek gerekir. Bu özellikler bir bütün olarak İslam kültürü içine taşınmışlığı ve Osmanlı’ya kadar uzanması konusu içinde yaptığı değerlendirme ile Akçura’nın, Osmanlı tarih yazıcılığındaki ana unsur olan dini idealizine ve Türk tarihinin İslamiyet öncesi yok sayılması gerçeğine değinmiş olduğu, aynı zamanda Oryantalizmin Türkler için dış etkileri esas alan barbar yıkıcı olduklarına ilişkin görüşlere de karşı bir yaklaşımı ortaya koymaktaydı. 19. yüzyıl Batı antropolojisinde, Osmanlı imp.luğu ile Orta-Asya’daki bağlantı algılanmış, ancak bu ilişki tamamen etnik düzeydeki bir devamlılık olarak alınmış ve yer yer de ağırlık verilerek ırkçılık öne çıkarılmıştır. Yine Akçura’nın etnik bir yapıyı terk edip sosyo-ekonomik bir temele dayanan devamlılığı savunması Batı oryantalizminin görüşüne bir çıkış olarak değerlendirilmiştir.

* Milli Kurtuluş Savaşı ve Yeni Türk Devletinin Kurulması ile Yeni siyasal, kamusal, toplumsal ve düşünsel ortamın oluşması; Akçura’nın tezlerini daha da derinleştiren tarihçi ve devlet adamı Fuad Köprülü tarafından Türklerin tarihinin evrimine daha bütünsel bir bakış ile daha iyi algılanabilmektedir.

Fuad Köprülü’ye göre;

* Oryantalist ve feodalist tezlere karşı bir tepki olarak Osmanlı İmp.luğunun kuruluşu sorunsalı üzerine yoğunlaştırılmış bir yaklaşım; dörtyüz çadırlık bir aşiretin maddi temelinden, cihangirhane bir devletin ortaya çıkması ve de Bizans kurumlarının taklidi ile bu yapıya ulaşılamayacağı düşüncesiyle “daha önceleri ne vardı ? sorgulaması ile bir yaklaşımın yapılması gereği ortaya çıkmıştır.

* İlk çıkış noktası, Anadolu Selçukluları ve onların ardındaki Büyük Selçukluların (ya da İran Selçukluları) sosyo-ekonomik yapılarındaki hukuk, vergi sistemleri ve teşkilatlarını içeren amme hukuku, bir karşılaştırma yapıldığında İslam amme hukukunun basit bir yinelenmesi değildir. Bu yönüyle Türklerin İslamiyet dışında kendi “amme hukuku” oluşturmaları , uygarlığa geçiş ve devletleşme yönünde bir adım olarak değerlendirilebilir.

* Orta Asya Türkleri ile Anadolu Türk Uygarlığı arasındaki devamlılık, İsa’dan sonraki yüzyıllarda ortaya çıkan büyük coğrafi yer değiştirmeler boyunca uzanan iç evrim ve sosyal farklılaşmalarla şekillenmiştir.

* Bu şekillenmede göçebe hayatın çetin zorluklarından kaynaklanan ve bu topluluklar arasında oluşan asalet ve köken ilişkisi ile oluşan hiyerarşi, bir “askeri aristokrasi” nin yönetiminde devletlerini kurmuşlardır.

* Osmanlı İmp.luğunun kuruluşunu anlamak için, sosyal evrimi içinde içsel ve belirleyici durumda olan ekonomik temel ve üstyapı gerçeğinden kalkarak bir bakıma toplumun devleti belirleyiciliği konusu gündeme gelmiştir.

* Anadolu Selçuklu Devleti, 13. yüzyıl Anadolu Türk Toplumunun “ siyasi bir ifadesi” olarak alınmalıdır.

* Mustafa Kemal Atatürk, son tahlilde Osmanlı Devletinin milletin esareti üzerine kurulduğunu belirtmiştir. Devlet nitelikleri itibariyle Osmanlı Devleti, mutlakiyetçi, zalim, keyfi ve ne yaptığını bilmeyen bir konumda algılanmıştır. Milletten zorla sopa ile vergiler alınmış ve paralar debdebeli bir yaşam için kullanılmıştır.

* Türk Devriminin düşünürleri, dinin sınıfsal ve ideolojik anlamını da görerek, ruhani zümre ile feodalizm arasındaki bağı açıkça ortaya koymuşlardır.

* Batı Türkolojisinde Orta Asya Türklerine “yönetici millet”, “ asker millet “, “ ordu-millet” gibi özellikler misyonu verilerek, tarih dışına çıkılarak etnik bir belirleyicilik vizyonu verilmiştir. Kapitalizmin, Osmanlı Devleti içindeki Türk ve Müslüman olmayan halklar arasında aşırı kutuplar oluşturarak, bu unsurları Osmanlı’ya karşı ayaklandırarak ve Osmanlı’nın da bu oyun içinde bu ayaklanan unsurlara karşı acımasız saldırıları sonucunda bir bakıma da kendi yok oluşunu hazırlamış olduğu söylenebilir.

* Türk milliyetçiliği Kemalist anlayışı içinde; öncelikle M.Kemal Atatürk’ün zorunlu olarak istilacıları yok edebilmek için Osmanlı’nın yönetim mirasından yararlandı ve bu kadroları örgütledi ancak bu yapılanma “devleti kurtarmak” amacıyla oluşturuldu, gerçek devrimci program açıklanmadı, bir başka yönde sömürgeciliğe karşı Türklerin kendi topraklarında yepyeni bir oluşumla kendilerini yönetebilecekleri siyasi bir gelişmişliklerini göstermek için, son olarak ta eski kökeni bağlı olarak Türkçülük düşüncesi salt etnik bir zemine doğru bir eğilim göstermiştir.

* Türk Tarih Tezi sonuçta, Anadolu ve Trakya topraklarında ilkçağ kültür ve uygarlıklarına sahip çıkan (Orta Asya kökenliğini düşünmeden) hümanist bir Anadolu yurtseverliğine dönüştü.

* Türklerin Osmanlı öncesi tarihi, gayri feodalliğin, sınıflarüstü ve adil bir otoritenin bir cihan imparatorluğuna ulaşması gibi bir seyir izlemiştir.

Selçuklular ve Selçuklu döneminde Anadolu

* Türk kökenli felsefecilerin gerek dünya düşüncesi tarihine gerekse İslam kültür çevresine felsefi ve bilimsel bakımdan katkıları olmuştur. Bu kapsamda doğa bilimleri, matematik, astronomi, felsefe, tasavvufa olana katkılar, diğer yandan girmiş oldukları yeni ortam ve aleme (ki burada göçebe yaşam kabile biçiminde sınıfsız bir toplum yaşamının temel etkisi sürmektedir) muhalefet olarak sosyal ve inançsal tepkiler, Batinilik, Alevilik, Melamilik ve her türden halk söylemleri bir gelenek olarak süregelmiştir.

* Selçukluların iskan politikası, devletleşme yapılanması içinde soydaş gelenekleri de hesaba katarak kitlenin parçalar halinde iskanını sağlar biçimde sofi tarikatları ile Ahi örgütlerinin oluşumuna da neden olmuştur.

* 13. yüzyılda iyice yoksullaşmış Anadolu köylüsü, Moğol istilasından kaçan ve Anadolu’ya gelen Horasan erlerinden ve dervişlerinden etkilenmişlerdir. Örnek olarak Baba İshak’ın Türkmenler içindeki etkinliği ve Malatya ahalisinin isyanı ve isyanın zorla önlenebilmesi verilebilir.

* Türkiye’deki tarikatlar içinde en etkin olanının Bektaşilik olduğu söylenebilir. Hacı Bektaşı Veli’nin 13. yüzyılın ilk yarısında Horasan’dan kalkarak Hacıbektaş ilçesinin bir Türkmen köyüne yerleşmesi ve gelişen Bektaşilik düşüncesi, medrese skolastiğine cephe alan özelliğiyle geniş halk kitlelerine yayılmıştır.

* Moğol istilasının yarattığı olumsuz etki ile düzenin bozulması, Bektaşilik, Mevlevilik gibi tarikatların kurulması ki (temel fikir tasavvuf fikri Muhyiddin İbn al-Arabi’den gelmektedir), bunların içinde Mevlana ve Yunus Emre gibi büyük tasavvuf şairleri bilinmektedir.

* Bektaşiliğin yanı sıra Babailik, Abdallık, Hurufilik, Kalenderilik, Hayderilik gibi batini tarikatların boy gösterdiği de bilinmektedir.

* Anadolu Selçuklularının resmi dillerinin Arapça ve Farsça olmasına karşın Karamanoğlu Mehmet beyin Türkçe’yi canlandırmak ve çeşitli boyunduruklardan kurtarmak yolundaki kararı da kültürel açıdan önemli bir olaydır.

* Büyük Selçuklular ve Anadolu Selçuklularının sosyal yönlü bayındırlık hareketleri, çeşitli medreseler, sosyal yardım kuruluşları ve tıp merkezleri oldukça dikkat çekicidir. Özellikle tıbba verilen önem ön plana çıkmaktadır. Bu kurumları Osmanlılar da örnek alacaklar sınırlı da olsa geliştireceklerdir.

* Selçuklu yönetimindeki coğrafyada yarı-göçebeler ve tüm yerleşim birimlerindeki nüfus dikkate alındığında Türklerin çoğunluğunun yer aldığı bir nüfus bulunmaktadır. Özellikle şimdi de önemli kentler durumuyla yer alan egemen olarak İç Anadolu ve komşu Orta Karadeniz iç bölgelerindeki kentler, nüfus yoğunlukları ile dikkati çekmiştir. Bu kentlerdeki kültürel faaliyetler Selçuklu otoritesini yansıtırken, bunun yanı sıra Ahi geleneği etrafında çeşitli topluluklar tarafından da potansiyel bir muhalefetin olduğu bilinmektedir.

Osmanlı İmparatorluğu’ndan Türkiye Cumhuriyeti’ne Aydınlanma olgusu

Cumhuriyet aydınlığına ulaşmada etken olacak biçimde,diğer bir deyişle modern Türkiye’nin doğuşunda, batıcı yaklaşımıyla ilgi çekici bir dizi değişimler ve olaylar meydana gelmiştir. Bu kavşak niteliğindeki değişimleri ve olayları, 19. yüzyıl ortalarından başlayarak yada Tanzimattan başlayarak hızlanarak devam etmiş sosyal ve kültürel değişiklik, Kırım Savaşı, Rus-Türk Savaşı, Jöntürk Devrimi, Balkan Savaşları, Birinci Dünya Savaşı, Kurtuluş Savaşı, Cumhuriyet Döneminin kökten reformları olarak sıralamak olanaklıdır.

* Bu olaylar içinde Jöntürk Devrimi olgusu, oldukça dikkat çekici ve belirleyici olmuştur. 1908’lerde Jöntürk Devrimini gerçekleştiren kuşak, “Yeni Kuşak Kulübü” adı altında örgütlenmelerinde başını Prens Sabahattin’in çektiği Mizancı Murat ile Ahmet Rıza ile birlikte genç ve dinamik bir kuşağı oluşturmaktaydılar. Jön Türklerin Osmanlı İmp.luğunun ayakta kalması ve çağdaşlaşması konusunda merkeziyetçi olmayan bir yaklaşımı, yazılan makalelerde Türklerin hiç de ilerlemenin karşısında olmadıkları görüşünü vurgulamalarıdır. Tanzimat’ın reformcuları tarafından yapılan işler, bir bakıma bu genç ve dinamik harekete bir ivme kazandırmıştır denilebilir.

* Osmanlı İmp.luğunun son döneminde faaliyet gösteren modern okullar, yüksek okullar, medrese eğitimindeki birçok kuşağın bir arada bulunduğu ortamın aksine, Avrupa ülkelerinde olduğu gibi aynı yaştan sınıfların olduğu ve eğitime yeni bir bakış olarak değerlendirilebilecek yeni bir ortama yönelinmiştir. Askeri rüştiye, ve Askeri idadi gibi askeri hazırlama okulları, Askeri Tıbbiye Mektebi ve Harbiye Mektebi’ne öğrenci yetiştirmişlerdir. Bu okullarda aynı yaştan öğrenciler okul düzeninde ortak deneyimler kazanarak aynı yaşamı paylaşırlar, Aydınlanma çağı yazarlarının eserlerini, Namık Kemal’in özgürlük şiirlerini, Fransız Devrimi’nin ilkelerini okurlar ve özümserler. Sonuçta bu öğrenciler bir bakıma Osmanlı Devletini despotluğa karşı korumak gibi bir ülkü etrafında biçimlenirler. Bu oluşan gerçek ortam, aile ortamından bütünüyle farklı, pozitivist inançla materyalist bakışın damgasını vurduğu, yurtsever ve liberal bir atmosfer içinde yaşanılan yeni bir ortamdır. Bu ortam bir bakıma da Abdülhamid’in otoriter rejimine karşı muhalefeti oluşturan Jön Türk hareketinin doğduğu ortamdır.

* Jöntürk Devriminin ertesinde 1911’de İstanbul Üniv. Öğrencileri Türk Ocağı derneğini kurarlar. Bu derneği 1913’te iktidardaki jöntürklerin kurduğu Türk Gücü Cemiyetinin kuruluşu izler.


* Bu okullardaki yapılanmalar ile Jöntürk hareketinin gelişmesi , İttihat ve Terakki Komitesinin işleyişini ve Kemalist sistemin yerleşmesini anlamak için bir temel oluşturmuştur. Cumhuriyet aydınlığında Türk Devrimlerinin gerçekleştirildiği 20 li yıllarda Kurtuluş savaşı ile kazanılan bağımsız Türkiye Cumhuriyeti kuşağı, geçmişi silip atmış bir iradenin köktenci niteliğine vararak geçmiş kuşaklar karşısında alabildiğince eleştirici olmuştur. Hedef Cumhuriyetin aydınlığında geleceği yaratmaktı.

* Osmanlı İmp.luğunda eğitim sistemi içinde Türklere ayrılan yer geleneksel din okulları ve azınlıkta olarak ta Batılı örneklerinden kalkarak kurulmuş modern okullar olmuştur. Özellikle Ziya Gökalp’ın önderliğini yaptığı eğitimin sorgulanmasında, Türklerin ulusal bilince gecikerek varışlarında, Osmanlı döneminin eğitimindeki bu bağdaşık olmama eksikliğinin payı oldukça büyüktür.

* Cumhuriyet aydınlığıyla gelen köklü değişiklikle, ümmet anlayışına ,onun geleneksel ve dinsel yapısına karşı çıkarak, eğitim laik, akılcı ve modern bir nitelik kazanmıştır. Eğitimin amacı Mustafa Kemal Atatürk’ün deyişinde ifade olduğu üzere “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” kuşaklar yetiştirmektir. 1024 yılında Tevhid’i Tedrisat Kanunu ile ilk adım atılmıştır. Geleneksel okullar ve medreseler kapatılır.

* 1927’de başlayan seferberlik ile Halk Dersaneleri, Millet mektepleri, 30’lu yıllarda Halkodaları ve Halkevleri açılarak büyük bir okuma yazma ve eğitim öğretim uğraşına girilir. 1933’te Cumhuriyetin yarattığı ilk üniversite olan İstanbul Üniv. Kurulur.

Tüm Antik Yunan Klasikleri ile Doğu düşünürlerinin Klasiklerinin Türkçe’ye Çevrilmesi

Avrupa’nın Aydınlanmasında büyük rolü olan Antik Yunan düşünürlerinin eserleri tarihi gerçeklerin ışığı altında bilindiği üzere ilk olarak eskiçağ ile Yunan düşüncesinin ilişkiye girmesi sonucunda Ortaçağ felsefesi kurgulanmıştır. Yunan dünyası ile Batı dünyası arasındaki köprülerin kurulmasında dikkati çeken en önemli olgu, Yunan bilimsel ve felsefi yapıtlarının Latinceye ilk çevirilerinin yapılması ve bunun doğrudan Yunanca bilen kimsenin kalmamasından değil de oldukça derin anlamlar ve filozofi içeren kitapları anlayabilecek kimselerin bulunmamasından kaynaklanmış olması ve o zamanın doğu düşünürlerinden olan Farabi, İbn-i Rüşt ve İbn-i Sina’nın yardımları ve de felsefi algılamaları ile bunların Arap bilim adamları tarafından çevrilmeleri ve buradan da Latinceye ilk çevirilerinin yapılması, Yunan dünyası ile Batı dünyasının ilişkilendirilmesinde aracılar daha doğru bir deyişle ustalar ve eğiticiler olarak Arap İslam bilginlerinin çok büyük rol oynamasıdır. Bir bakıma Arap, Orta Asya, İran kökenli doğu düşünürleri, Yunan dünyasının sürdürücüleri ve mirasçıları olmuştur.

Bu olgu, Cumhuriyet aydınlığının içinde önemli bir yer tutarak, 1940’larda Hasan Ali Yücel’in önderliğinde yaptırılan çeviriler yoluyla Türk bilim ve felsefe dağarcığına kazandırılmıştır. Bu kazanımın temelinde Mustafa Kemal Atatürk’ün Uygarlıkları tüm insanlığın malı olarak ve çoğunluğu Anadolu topraklarında yaşamış olan bu düşünürlerin eserlerine sahip çıkarak ve de onların bir bakıma da köklerimizle ilişkilendirilmesi çabalarını unutmamamız gerekir, bu yönüyle Türkiye Cumhuriyeti aynı zamanda Eskiçağ, Ortaçağ ve Yeniçağ Uygarlıklarının hüküm sürdüğü topraklarımızda Uygarlıklar Cumhuriyeti olma durumunu da kazanmıştır.

Köy Enstitüleri

Cumhuriyet Aydınlığının Anadolu yaylalarına ve bozkırlarına sıçratılmış kıvılcımı olarak bir bakıma Anadolu insanının yeni nesline pratikte öğretmek ve öğrenmek, deneyerek ve üretim süreci içinde aydınlanmalarını amaçlayan 17 Nisan 1940’ta kurulan Köy Enstitüleri, dünya ölçeğinde kabul görmüş ve uygulamaları yapılmış Cumhuriyet Aydınlığının meşaleleri olmuşlardır.

Atatürk’ün Yazdığı Tarih: SÖYLEV (yada NUTUK)

Çağdaş Türkiye’nin Cumhuriyet Aydınlığının ulusal bilicimizin temel rehberi olan Mustafa Kemal ATATÜRK’ün bize armağanı olan SÖYLEV, Türkiye Cumhuriyeti tarihçiliğinin temel kaynaklarından birisidir. “Tarih yazmak, tarih yapmak kadar önemlidir.Yazan yapana sadık kalmazsa, değişmeyen gerçek insanlığı şaşırtacak bir niteliğe bürünür” demektedir Mustafa Kemal, Kendi yaptığının tarihçisi olmak çoğu şeyi en açık bir şekilde anlatmaktadır. Mustafa Kemal ATATÜRK, Söylev ile Türk ulusunun eşsiz devriminin incelenmesinde tarihe kolaylık getirmiştir. SÖYLEV, Ulusal bağımsızlığı yüceltme; bilime ve ilerlemeye inanış; Cumhuriyet rejimine bağlılık; modernizm yada çağdaşlığa özlem; despotluğa, bilgisizliğe, bağnazlığa ve eski rejimin tüm eksikliklerine karşı duruş ve de Türk Ulusunun büyüklüğüne mutlak bir güven ideallerini taşıyan tüm bu kapsamıyla Cumhuriyet Aydınlığının temel yapıtaşlarından birini oluşturmuştur.

Türkiye Aydınlanmasında Bektaşiliğin Rolü

Daha önce kısaca belirttiğim Bektaşilik olgusu, Osmanlı İmp.luğunun değişim ve Batılılaşmasında ayni zamanda katkıda bulunan bir düşünce sistemi odağıdır. Önce Genç Osmanlılarda , sonrası JönTürkler kuşağı içinde etkin olmuşlardır.

Bektaşiliğin tarihi köklerine bakıldığında Moğol istilasından kaçarak Anadolu’yu yurt edinen göçmenler, kendi inançları içinde ‘İslamlaşmış Şamanizm” olarak ta nitelendirilen bir dine inançlıydılar. Osmanlılarda Doğu bölgelerinden Anadolu’ya gelen göçmen kabileleri tarafından şekillenmişlerdir. Bilindiği yanıyla Osmanlılardaki Yeniçeri Ocağı’nın oluşmasında Hacı Bektaş-ı Veli’nin rolü önemlidir. Anadolu’daki doğu Anadolu kökenli Alevilerin de Bektaşiler arasında yeri oldukça büyüktür. Bektaşilerle olan sıkı ilişkileri nedeniyle Yeniçeri Ocağı’nın 1826’da kapatılmasıyla birlikte Bektaşilik te ortadan kaldırılmaya çalışıldı. Bu yönelim içinde Bektaşi dergahlarının fiziki mekanları dağıtılarak, en eski olanları da Sunni Ortodokslukla çatışmayan tavrıyla yönetimce hoşgörü ile bakılarak Nakşibendi tarikatı yapılanmasına aktarıldı. Ancak Bektaşilik düşüncesi bu fiziki değişimlere bağlı olarak ortadan kalkmamış ve tüm baskılara rağmen politik olarak etkinliğini arttırmıştır. Tarihi kayıtlara göre içlerinde Namık Kemal’in de olduğu bazı aydınlar Bektaşi ailelerine mensupturlar.

Trakya ve Balkanlarda oldukça etkin bir yapılanma içinde olan Bektaşiliğin ülküleri arasında; hoşgörü anlayışı, dinler üstü oluşu, ilerlemeci ve ruhban karşıtı olmaları öne çıkmaktadır.

Kurutuluş Savaşı içinde Bektaşilerin desteği oldukça önemli boyutta olmuştur. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Bektaşilerle görüşmeleri ve ziyaretleri bilinmektedir.

Bu tarihi bilgilerin ışında, Cumhuriyet Aydınlığı, laik değerlerin savunulmasında Bektaşi ve Alevilerin ilerici toplum yapılarından büyük güç almıştır.

Cumhuriyet Devrimi ve Milliyetçilik

Cumhuriyet Devrimi, milliyetçiliği ırkçılıktan ayırmıştır ve Anadolucu bir çerçeveye oturtmuştur. Yeni kurulan devletin milliyetçilik ilkesi, Pantürkizmin daha ötesinde bir evrensellik taşır.

Laik Cumhuriyet aydınlığıyla çağdaş yolunu bulan Türkiye halkı, şeriatçılığın ümmetçiliğine karşı Ulusalcılığı benimsemiştir. Antiemperyalist Ulusal Kurtuluş Savaşıyla Türkiye’de Aydınlanma Devriminin eşiğini atlamak olanaklı hale gelmiş ve Devrimin temelleri atılmıştır.

Kurtuluş Savaşında Asker-Sivil bütünleşmesi bir bakıma “Ordu Millet” tanımını da getirmiştir. Kurtuluş Ordusu’nun geleneği süregelmekte, Türk Ordusu bu mirasa sahip çıkarak Ulusuyla birlikte Cumhuriyet Aydınlığının bekçisi olma özelliğini taşımaktadır.

18. yüzyılla özdeşleşen Aydınlanma Çağı’nın önde gelen düşünürlerinden Voltaire’in bilim ve felsefe tarihindeki yerini inceledikten sonra Cumhuriyet öncesi döneminde “Osmanlı Aydınları”nın düşüncelerini ne derecede etkilediği ve bu etkinin Türkiye’deki yansımaları onların yapmış oldukları çevirilerle Cumhuriyet Aydınlığı’na katkıları tarihsel gelişimi içinde iyi bilinmektedir.

Laikilik ve Türkiye’de Siyasal İslam

Siyasal İslam., daha çok bir “kriz ideolojisi” durumunu göstermektedir. Siyasal İslam, ekonomik hayatla haşır neşir oldukça aşınmakta ve yumuşama sürecine girmektedir. Ekonomik ve Siyasi iktidar tutkusu onu, bu oyunun içine çekmektedir. Toplumsal gerçeklik içinde Türkiye insanlarının büyük çoğunluğu uygar dünya ile buluşmayı istemektedir. Türk insanı kişisel yaşamlarında inançlı ve dindar oldukları ölçüde, sosyal hayatlarında da laikleşmişlerdir.

Bugünkü Türkiye İslam ülkelerinin yer aldığı geniş coğrafyada, demokrasi ve laikliği birlikte götürmeye çalışan tek ülke olarak uzun bir tarihsel deneyime sahiptir. Bu süreçten geri dönmek olanaklı değildir. Bunun için tüm Ulusça en önemli görevimiz, daima Cumhuriyetin Aydınlığında Türk devrimlerinin yol göstericiliğinde çağdaşlığa doğru kararlı adımlarla yürümektir.

Hiç yorum yok: