İnsan Düşüncesinde Yerküre (Eski Çağlardan Rönesansa)-4

Dinsel Düşünce Biçimi

Bu dönemde; kafa gücü-kas gücü işbölümü, düşünce üretiminin dinci kesimin tekeline geçeceği noktaya ulaşmıştır. Aynı zamanda kamu yöneticisi durumunda olan hiyerarşik olarak dinsel düşünceye sahip üst düzeydeki kişiler, tüm ustalıklarını eşitlikten uzak, ekonomik, toplumsal, siyasal düzeni destekleyen bir dinsel ideoloji üretmeye çaba göstermişlerdir. Bu ideoloji ile sınıflı uygar toplumun bölünmüş ve de devletin kaba bir güç ile bir arada tutmaya çalıştığı toplum, bir birlik yada kimlik düşüncesi yaratılarak “gönüllülük” temelinde yönlendirilme noktasına getirilmiştir. Pratik bilgi ile kuramsal bilginin birleştirilmesi, sayı ve yazı sistemlerinin kurulması (çivi, resim yazıları, abaküsler, sayı tabletleri, vb), hece yazıları ve Abece’nin yayılışı bu dönemde gelişerek evrilen konulardır.

Mezopotamya – Batı Toplumlarında Yazının Evrimi

Sümerlerde ve Eski Mısırlılarda Cilalı Taş Devri kültürünün tamamen yerleştiği MÖ.4000-3000 li yıllar ve sonrası maden devirlerinde, özellikle gereksinimlerden doğan ve doğayı anlamaya çalışan ilk işaretler olarak, Firavunlar ve Sülaleler yönetimi içinde etkin yeri olan aynı zamanda başta astronomi, matematik, inşaat, vb. faaliyetlerde öncülük eden Rahipler sınıfının ilksel bilimsel etkinlikleri, bir yandan da din işlerini takipleri ve yeri geldiğinde de insan yaşamının dayattığı alet ve basit makineleri yapma becerileri dikkate değerdir. Evrenin fiziksel yapısı konusunda Greenfield papirusunda yer alan evren tasvirinde resmedilen anlatımlarla evren ve atfedilen yer mitosunda, Gökyüzü dar ve uzun bir ülke durumundaki Mısır’ın üstünde dar ve uzun bir kutu olarak hayal edilmiştir. Rahip-astronomların evreni daha çok öbür dünyaya yönelik açıklamaları, din temelli kozmogoniye eğilimli olmuştur. Eski Mısır kayıtlarında Evrenin başlangıcına ait daha fiziksel bir açıklama, ilk canlı varlıkları taşıyan tepenin başlangıçtaki tufanın içinde yükselmekte olduğu biçiminde, Mısır’ın bir bakıma her şeyi olan Nil’in taşma zamanına dayandırılarak ifade edilmiştir. Papirus kayıtlarından anlaşıldığı üzere, Eski Mısır’da birçok sanatkar ve zanaatkar ustanın yaptıkları işlerden, madencilik ve metalürji ile uğraşanların yer katmanları ve maden filizleri damarlarının farkında oldukları söylenebilir. Çivi yazılarını kil tabletler üzerine yazan Sümerler, kili iyice tanıyıp bilmekteydiler ve bunların kalıplar halinde dökülerek tablet haline getirilmeleri ayrı teknik işlemleri gerektirmekteydi.
Sümerlerde haritacılık; mesafelerin daha çok yolculuk için harcanan zamana göre belirlenmesi, ayrıca ülkenin ve yakın çevresinin resmedilmiş olması, bir yandan da kozmolojik anlamlarının olması yönleriyle oldukça gelişmiş durumdaydı. Haritalarda okyanuslarla çevrili yassılmış yer anlayışını sergilenmiş ve böylece insanın gök kubbe altındaki yeri de tanımlanmıştır.Yer bir çeşit ters dönmüş kayık şeklinde düşünülmüş, üzerinde büyük kubbe ile gökyüzü yer almıştır. Güneşin gündüzleri gökyüzünde dolaştığı, geceleri ise Yer’in alt kısmına geçtiği kabulü geçerliydi. Ay’da benzer hareketleri yapardı. Gök kubbenin mavi cevherden yapıldığı içinde kendine özgü mavi bir renginin olduğu düşünülüyordu.

Mezopotamya kent devletlerinde, Sümerler’de İÖ.4000 yıllarında tapınak odaklı olan ve tapınaklara aktarılan haraçlara dayalı işleyen bir dönem ile İÖ.3000 yıllarında “tapınak ve aile ekonomileri dönemi (büyük aile işletmeleri) önemli olmuştur. Sümerlerden Samilere geçen egemenlikle de, yönetimde dincilerden savaşçılara geçiş süreçleri yaşanmıştır.

Üretime geçişle birlikte, avcı ve toplayıcı asalak biçimindeki yaşamdan, uygar topluluğun “tarıma dayanan üretici yaşayış biçimi” olan ilk evresine geçilmesi, sihirsel düşünce biçiminden “dinsel düşünüş biçimi” ne değişimi sağlamıştır. Dinsel düşüncenin başlangıç evresinde “Toprak Ana” dan “Ana Tanrıça” ya değişim, tanrıların efendilere benzetilmesi, tanrıların yöneticilere benzetilmesi, tanrılara ölümsüzlük yakıştırması, tanrı adının konması, yazgı kavramı ile dinsel düşünce sisteminin gelişimi izlenmiştir.
Mitoslarda (Söylencelerde) Yansıtılan Dinsel İdeoloji
Bu mitosların başlıcaları; İÖ.2000 yılda Enuma Eliş Yaradılış Destanı, Gılgamış Destanı (İÖ.4000) Tufan Mitosu, Cennet Mitosu olarak verilebilir.
Yaradılış Söylencesi, günümüze ulaşmış söylenceler içinde toplumda en inandırıcı olarak algılanan söylence olmuştur. Söylencelerde akla gelen ilk soru, insan soyu nereden gelmiş olabileceği olmuştur. Varoluş nedenimize ve varolma biçimimize bir açıklama aranmıştır.
Kuzey Tayland köylüleriyle yapılan söyleşide, Dünya’nın koca bir su kabağından çıktığını söylemeleri ilginçtir. Çünkü “Su kabağı” o bölgenin ekonomisinde oldukça önemlidir. Bali’de bir kişinin yanıtı; “yerküre, Tanrı’nın tasarlaması sonucunda oluşmuştur” olmuştur. En eski yaratılış söylencesi “Enuma Elish” Babil’den kalma kil tablet üzerine kayıtlıdır. Ninova’da Asurbanipal kitaplığı yıkıntıları arasında bulunmuştur. Söylence; Babil’in muhteşem tanrısı Marduk ile ilgilidir. Marduk, ilk denizleri simgeleyen Tiamut ile büyük bir egemenlik savaşına girişir. Tiamut’u alt eder ve ondan göğü kaplar, yıldızları, Güneş, Dünya ve Ay’ı oluşturur.Tiamut’un bedeninin bir kısmından Yerküreyi oluşturur. Fırat ve Dicle bölgesinin de yüzeyini biçimlendirir.
Kutsal kitaplarda yaradılış söylenceleri olarak; Eski Ahid’de (Tevrat ve Zebur) birinci kitapta, yaratılış altı günde olmuştur. İkinci kitapta ise Adem ile Havva’nın Cennet öyküsü verilir. Tevrat’ta Güneş ve Ay’ın, Yer’in yaratılışından sonra olduğu anlatılmaktadır.Canlı varlıklardan kara hayvanları, kuşlar yaratıldıktan sonra vücut bulduklarından söz edilmektedir. Tanrı, altı günde yaratılışı tamamlamış ve yedinci günde işsiz kalmıştır.
İnsanlık tarihinde yüce amaçlara doğru kendisine hız vermiş bilge kişiler arasında Hermes, en çok sözü edilenlerdendir. Yahudi gizemciliğinde Enoch ile Kuran-ı Kerim’de İdris peygamber, Bahailer’de Hermesi elvah, Mısır bilgilerinde Toth, eski Yunan’da Hermes Trismegistus adlı kişiler yaygın olarak Hermes’i ifade etmektedirler. Bu kişiler bulundukları toplumu ve buna bağlı olarak gelişen düşünsel ortamı doğrudan etkilemişlerdir. Hermes’e ait yazılar, dinlerin belirli bir insan topluluğunun dışında kimseye bildirilmeyen, yalnızca sınırlı, dar bir çevreye aktarılan her türlü bilgi, öğreti içerikli (ezoterik) metinlere dayalı bilgilenmelerinde tarihsel değerlendirmelere etkin olabilmiştir.Tarihsel ortak noktada birleşilen konu Hermes ‘in bir Mısırlı olduğudur ve Mısır uygarlığının baş mimarıdır. Mısır uygarlığının kuruluşu büyük Tufan’dan önce başlamış ve Tufan sonrasında bu uygarlık açıkça ortaya çıkmıştır. Hermes’e insanlığın gelişkin mirasını yeşerten insanlığın ruhsal babası vasfı atfedilmiştir. Hermetizm’le de Hermes düşüncesi anlayışının bütünselliği vurgulanmak istenmiştir. Yeni Platonculuk, Rönesans, Reform hareketleri ve İslamdaki mistisizm düşüncesinin temelleri Hermatik metinlere dayanmaktadır. Doğa üstü varlıklarla ilişki kurma anlayışı (kabalist), simya geleneği, hiristiyan agnostizmi, pagan rahiplerinin mistisizmi Hermetik geleneğe bağlıdır. İslam anlatılarında ilk göğe çıkan peygamber İdris kabul edilmektedir.
Göğe çekilmek, göksel olanla bütünleşmek fiziki olarak orada ve yerde varolmak anlamını taşımaktadır. İslamda Hermatik anlayış, Rafizilik, Mutezile ve İsmaililik kendini açıkça sunmuştur. Eski Mısırda her şeyi yaratıcı olan tanrı Atum’dur. Atum, Kozmos’u yani Evren’i, Yıldızları, Güneş’i, Ay’ı ve Yerküreyi ve ondaki değişmeyi yaratan ve yapan odur. Atum, aynı zamanda Zihin (Akıl) demektir. Tek tanrılı din düşüncesinin temeli Hermetik düşünce eksenlidir ve tüm tek tanrılı dinlerde gök ve göktekiler, ilk kafa yorulan, ilgilenilen şeyler olmuştur. Bunun önemli bir göstergesi de Sümerler ve Mısırlılar gibi ilk uygarlıklar da atmosfere verilen önem olmuştur.

Nuh Tufanı

Tevrat’ta, İncil’de ve Kuran’da söz edildiği üzere yerkürede önemli değişimlerin olduğu söylence, Nuh’un gemisinin kalıntılarının günümüzde de gündemde yer alması bakımından önemlidir.

Kutsal kitaplardan aktarılan söylencede;

“ İnsanları mahvetmeye karar veren tanrı, Nuh’a üç oğlu ile karısını ve öteki hayvanları alacağı bir gemi inşa et der. Her cins hayvandan erkek ve dişisinden olmak üzere birer çift alacaktır. Tufan’ın nedeni yağmur sularıdır, bazı kaynaklarda ise yağmur ve yerküre sularıdır. Sular dağların yüksekliklerine kadar çıkar, 1 yıl sonra tüm canlılar ölür, sular çekilince Nuh ve ailesi ve hayvanlar Ağrı Dağı’nın (Kuran’da Cudi Dağı) tepesinde gemiden çıkarlar, çoğalarak insanlar ve hayvanlar günümüze kadar gelirler ”
Kutsal kitaplarda yazılanlara göre yapılan hesaplamalar ve değerlendirmelerde; Nuh Adem’den 1056 yıl sonra dünyaya gelmiştir. Tufan, Adem’in yaratılışından 1656 yıl sonra kopmuştur. Yaratılış kitabı, Tufan’ı İbrahim’in doğumundan 292 yıl önce olduğunu vermektedir. İnsanlık, Nuh’un üç oğlu ile eşlerinden tekrar çoğalmıştır. İbrahim 1800-1850 yıl önce yaşamıştır ve bu durumda Nuh Tufan’ı MÖ XXI veya XXII yüzyılda olmuş olmalıdır.
Yerbilimleri açısından Nuh Tufanı mitosu ya da söylencesi; yukarıda sözü edilen dönemlerde oluşabilecek büyük yapısal hareketlere bağlı deniz ilerlemesi, buzul devri sonrası dönemlerdeki iklimsel değişimlere bağlı su kütlelerinin hareketlerine bağlı olarak açıklanabilir mi? Bu konuda ilgili coğrafyadaki Geç Holosen kayıtlarını iyi irdelemek gerekir. Ayrıca Musa’nın asasıyla suları ortadan kaldırıp kendi kavmini Ölü Denizden geçirmesi ve sonra tekrar denizin sularının yerine gelmesi vaka-i söylencesi tektonizma sonucu tsunamileri akla getirmektedir!!
Sonuç olarak Tufan mitosu, dinsel ideolojinin, insanların ölüm karşısındaki korkularından yararlanılarak cezalandırılması korkusu ile denetlenmesi işlevini görmüştür denilebilir. Bununla birlikte dinsel ideolojiyi biçimlendiren düşünce sistemi, insanları korkuttukları kadar cennet mitosunda olduğu gibi umutlarına seslenerek de denetleyebilmektedir.
İnançları bakımından Tufan ve Cennet mitosu ile yoğun bir şekilde ilişkileri olan Musevi Hiristiyanlar, Hiristiyanlıktaki tarihi iç çekişmeler ve mezhep kavgaları sonucunda büyük kiliseden koptukları gibi Batı’da da çok küçük azınlık durumunda kalmışlardır. Doğu’da ise özellikle Filistin’de, Arabistan’da, Doğu Ürdün’de Suriye ve Mezopotamya’da 3.asırdan 4.asra kadar izlerini bırakacaklardır. Bazı izleri İslamiyet mirasçı olarak koruyacaktır, bazı izler de Sami kültürünü yitirmeden Büyük Kilise geleneğine (Habeşistan ve Kalde kiliseleri) yerleşecektir.
İslamiyet ile Kuran-ı Kerim’in ortaya çıkışında Hz.Ebubekir’in Zeyd İbn Sabit’e Kuran’ın bir kitap haline getirilmesi talebi, 634’te Hz.Ömer’in bir nüshayı kendi kızı ve aynı zamanda Hz.Muhammed’in dul eşi Hafsa’ya intikal ettirilmesi ile yorumlamalar için bu kopyaların temel alınarak kaynak olarak kullanılması yoluna gidilmiştir (114 sureden oluşmuştur).
Kuran’da Yerküre ile ilişkilendirilebilecek yönüyle bazı değerlendirmeler aşağıda verilmiştir;
*Sure 32. ayet 5’te, Yerin 6 günde yaratılmasında sözü edilen zaman dilimleri olarak, Arapçadaki Yevm : Gün (gece + gündüz) ile geçen Eyyam : Zaman devresi, Merhalesi ya da Çağlara karşılık gelmektedir. Bu surede yevm, bin yıl; sure 70, ayet 4’te ise 50 000 yıl olarak kaydından söz edilmektedir.
Bazı surelerdeki ayetlerden aktarılanlar;
*Yerin üstüne sabit dağlar yerleştirildi,
*Bir duman göğe doğruldu,
*Yedi gök, kandillerle bezendi,
*Yeryüzünün oluşumu 2 merhalede olmuştur; yıldızların dünyaya dağılımı (4 merhale) ve göklerin yaratılışı (2 merhale),
*Gök ile yerin yaratılışı aynı vakit ve zamanda olmuş olabilir, bu oluşumlar için, 1.Kubbesini yüceltti, 2. Nizama koydu, 3. Gece ve gündüzü yaptı, 4. Yeryüzünü döşedi, 5. Suyu ve otlağı çıkardı, anlatımları vardır.
Sure 41, ayet 11’de; gaz halinde madde olarak kabul edilebilecek duman (arapçası duhan) sözcüğü geçmektedir. Gök yedi kat olarak zikredilmiştir. Ay (nur : ışık), Güneş bir çırağ olarak konulmuştur. Yanan kandil olarak sözü edilen de Güneş’tir. Üç grup yaratıktan söz edilir; göklerde bulunan yaratıklar, yeryüzünde bulunan yaratıklar, yer ile gök arasında bulunan yaratıklar.
Yapılan mütaalarla;
a.Kainatın topluca yaratılışı 6 devirde olmuştur,
b.Göklerin yaratılış aşamaları ile yeryüzününkiler aynı zamana rastlamaktadırlar,
c.Kainat daha sonra parçalara ayrılan bir blok şeklinde ilk ve tek bir kütleden yaratılmıştır,
d.Çok sayıda gök ve yer vardır,
e.Göklerle yer arasında bir ara yer ile göğün var olması söz konusudur düşünceleri oluşturulmuştur.
* Ay bir aydınlık, güneş de sizlere bir meşale olarak asılmıştır (Sure 71, ayet 15-16).
*Yer sabit, güneş onun etrafında dönmektedir. Bu kabul ediş, MÖ.2.yüzyılda Ptoleme’den 16.yüzyıla Kopernik’e kadar geçerliliğini sürdürmüştür.
Gökküre, Arapçada “felek” olarak geçmektedir. “Bilmediğimiz zaman susmalıyız” sözüyle ünlenen 10.yüzyıl ünlü müfessiri Taberi, yer ay arasındaki uzaklığı 384.000 km. olarak belirtmiştir.
Pitagorcular, MÖ.6.yüzyılda yerin kendi ekseni etrafında dönmüş olduğu konusunda görüş belirtmişlerdir. Güneş bir bakıma alemin merkezidir. Evren Güneş etrafında düşünülmüştür.

Sure 36, ayet 38’de ise;
“Güneş te kendisine ait olan sabit bir yere doğru akıp gider. Bu, mutlak galip, Hakkıyla bilen (Allah)’ın bir takdiridir. Bunda akıl sahibi olanlara akıllar mı yok?” denilmektedir.

Kuran’dan aktarılanlarla ilişkili olarak suyun değişimi, MÖ.7. yüzyılda Milet’li Thales tarafından bir kuramda; “kara parçalarının derinliklerinden esen rüzgarın basıncıyla havaya fışkıran okyanus suyu yerlere düşmekte ve toprağın içine nüfuz etmekteydi” şeklinde açıklanmıştır. Aristoteles, yerden yükselen su buharının dağların soğuk çukurluklarında yoğunlaşarak yer altı göllerini meydana getirdiğini, kaynak sularının da bu göllerden beslendiği düşüncesini ortaya atmıştır. Suların daimi devri ile ilgili olarak ta, Bernard Palissy (1580), yer altı sularının yağmur sularının toprağa sızmasıyla oluştuğunu açıklamıştır.

Hiç yorum yok: